Dün ve bir önceki günkü yazımızda Türk tarihi içinde “toprak kullanım” ilke ve yasalarının getirileri ve sonuçlarını açıklamaya çalıştık. Devam ediyoruz.
Selçuklu Devleti’nden Osmanlı Devleti’ne geçiş sürecinde tarımda özel mülkiyetin yerini kamuya terk ettiğine tanık olmaktayız. Tabii ki Türklerin Anadolu kapılarında görünmeleri ile beraber tarımsal üretim şekillenmeye başlamıştır. Ömer Lütfi Barkan’ın anlatımı ile:
“Fethedilen yerlerde yerel egemenlerin varlığına hemen son verilmemiş; tersine bunların zamanla merkezi yönetim örgütü içine alınması yolu tercih edilmiştir. Bunun yanı sıra kuruluş döneminde temelde Osmanlı merkezinin henüz güçlenmemiş olması nedeniyle toprak açan, arazi şenlendiren Türkmen babaları, dervişler, gaziler gibi kurucu unsurlara da tam mülkiyet üzere toprak temliki yapılmıştır. Aslında boş toprakların işlenmesi amacına yönelik olarak ve emeğin kıt olduğu bir ortamda yapılan bu temliklerin yanı sıra, bir de toprağın kendisinin yerine sadece vergi gelirinin temlik edilmesi söz konusu olmuştur.”
Zaman içinde, Devlet büyüdükçe, sınırlar genişledikçe, merkezi yönetimin uzaktan yönetimle tarımsal üretimi kontrol altında tutması zorlaşınca, tarımda özel mülkiyet terk edilmeye başlanmıştır. M.Sencer’in tespitlerine göre,
“Üretim güçlerinin bu yolla merkezi denetim altına alınması, Osmanlı Devleti'nde mülkiyet ilişkilerini belirleyen, dolayısıyla tarımsal örgütlenmeyi de gerçekleştiren miri (kamusal) toprak rejiminin temelini oluşturmuştur. Başka bir deyişle, merkezi otoritenin merkez- kaç eğilimler gösteren üretim güçlerini denetim altına almasıyla, toprak üzerinde bireyselleşmeye başlayan mülkiyetin önüne set çekilmiş ve kamusal mülkiyet yaygınlaştırılmıştır. Böylece bireyin, toprağın mülkiyetine değil sadece kullanma ve yararlanma hakkına(tasarrufuna) sahip olduğu bir sistem doğmuştur.”
Barkan’ın anlatımına göre,
“Osmanlı yönetimi, toprağı devletleştirerek (mir'e mal ederek) belli bir sisteme bağlamış ve toprağın eski sahibini de toprağın başında bir çeşit devlete bağlı memur haline getirmiştir. Böylelikle, Osmanlı fetihlerinden önce feodal nitelikteki beylerin malı sayılan ve toprağı yerine göre değişen koşullarla, sürekli ve kalıtımlı bir kiracı olarak işleyen köylü, bu tip kişisel bağımlılık ilişkilerinden geniş ölçüde kurtarılmıştır.”
Osmanlı’da yukarıda anlatılanlar analiz edildiğinde toprakların “devlet malı” olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Devlet toprağını “reaya” denilen köylü ve çiftçi kesimine kiralamakta, üretim üzerinden vergisini tahsil etmektedir. Bu alanda da pek çok yasalar yürürlüğe konulmuş, ”miri toprak sistemi” çökünceye kadar, bu üretim sistemi başarı ile sürdürülmüştür.
Devlet toprağını işlemesi için halkına terk ederken başıboş bırakmamakta, işlenmesini sağlamaktaydı. Hatta iki yıl üst üste toprağı işlemeyen, nadasa bırakan, meyve ve diğer gelir getiren ağaçlara bakmayanın elinden toprağı alınmakta, cezai müeyyide uygulanmakta idi.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.