19 yüzyılda ticarete yöneliş süreci Anadolu’nun her bölgesini aynı ölçüde etkilememiştir. İhracata yönelik üretim esas olarak Batı Anadolu, Marmara ve Doğu Karadeniz bölgeleriyle Adana yöresinde yoğunlaşmıştır. Demiryollarının yapımından sonra Orta Anadolu bölgesi de uzun mesafeli pazarlara yönelmiştir. Buna karşılık, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri 19. yüzyıl boyunca iç ve dış pazarlardan kaynaklanan gelişmelerin büyük ölçüde dışında kalmıştır. D. Quataert’a göre ticari tarım bölgesel olarak özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısında gelişti. 1800’de Anadolu, diğer Osmanlı bölgelerine göre ihraç piyasasında yer almaya başladı. İzmir’in hemen hinterlandı, Marmara ve İstanbul bölgesi muhtemelen Anadolu’nun ticari bölgelerinden en önemlileriydi. Quataert’a göre yüzyıl ilerledikçe bu bölgeler Ege’nin sahil şeridinde ve doğuya doğru yüzlerce km. ilerledi. Süreç, yeni demiryolu ile İzmir’den nehir vadilerine doğru gelişmeyi teşvik etti. 1890’larda demiryolu, diğer platoları da ticarete açtı. Güneydoğuya doğru, daha önce ticarileşmemiş Adana gibi bölgeler pamuk ve hububatta, özellikle yüzyılın yarısından sonra önem kazandı (113).
Ticarileşebilme imkânını saptamak için belirlenen ikinci kıstas köyün toplam ziraî üretim miktarında ticarete aktarılabilecek bir ihtiyaç fazlası ürünün bulunup bulunmadığını tespit etmektir. Bunu hesaplayabilmek için köyde bir yıl boyunca ödenmiş olan aşar13 vergisi yol gösterebilir. Köy genelinde buğdaydan alınan toplam aşar vergisi 861,5 kiledir. Bu aynî vergi toplam ürünün %10’una karşılık geldiğinden, buradan köyün toplam buğday üretimi 8.165 kile olarak hesaplanır. Toplam üretimden aşar vergisi olan 861,5 kile düşüldüğü zaman, bir yıl boyunca köylünün tüketebileceği buğday miktarı bulunur ki; o da 7.753,5 kiledir (198.222 kg). Kullanıma kalan bu buğday miktarı acaba köylülerin bir yıllık tüketimini karşılayabilecek düzeyde midir ve artan olursa, köyün bunu ticarete aktarması mümkün olabilecek midir? (114).
R. Kasaba’ya göre Anadolu kırsal kesiminin dağınık yerleşimi de bahsedilen anlamda ticarileşme yönünde bazı avantajların kullanımını engellemiştir. Ancak tarlaları şehre yakın olan küçük bir kesim pazar koşullarına doğrudan yanıt vererek ticari tarıma katılabilmiştir. Çoğunluk, ürünlerinin pazarlanması dâhil tüm gereksinimleri için aracılara muhtaçtır (116).
Osmanlı tarım sektöründe çıktının ticarileşip ticarileşmediğini gösteren bir başka kıstas köydeki haneler arasında gelirin dağılımıdır. Gelir dağılımı adaleti modern ekonomilerde her ne kadar sosyal refah devletinin gereği olarak olumlu karşılansa da; endüstri öncesi ekonomilerde sermaye birikiminin oluşmasının engellenmesine ve bu nedenle milli gelir içinden, yatırımları (I) gerçekleştirecek bir tasarrufun (S) gelir birikimi yoluyla yapılamayacağına işaret eder. Başka bir deyişle, gelirin adaletli dağılımı ve devletin sermayeyi ile geliri bireyler arasında eşitlikçi yapıya uygun olarak dağıtma gayreti, geleneksel ekonominin devamının devlet tarafından arzulandığı anlamına gelir. Aynı zamanda, gelir dağılımının görünümü gelirin elde edildiği alandaki kârlılıkla ilgili de ipuçları sunar. Gelirler arasında farkın büyük olması, yüksek gelirlilerin içinde bulundukları sektörün kârlılığının yüksek olduğunun ve elde ettikleri bu yüksek geliri tekrar kârlı olan alanlarda kullanabileceklerinin de göstergesidir (117).
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.