7 Haziran 1846 tarihli bir arizaya bakılırsa Gemlik bölgesinde yüzlerce kişi çıplak ayakla tahıl aramak için Marmara kıyılarına kadar yürümüştü. Şark’ta meralar kuruduğu için hayvanlar telef olmuş, hayvan vebası artmış, vergiler toplanamamış, isyanlar artmıştı. Diyarbakır’ın güney kesimlerindeki kazalardaki pek çok köy, ahalisi tarafından terkedilmişti.
“Kuraklık İstanbul’u 1857 yılında vurduğunda, Pera-Beyoğlu bölgesinde kurulan Altıncı Daire-i Belediye’nin en büyük görevi kentin aşırı sıcak ve kuru yazlarında ortaya çıkan sorunları çözmek olacaktı. Bölgenin su sorunu şehrin peyzajını değiştirmiş, halk Bahçeköy, Istranca, Boğazköy, Burgaz, Alibeyköy, Maslak gibi nispeten sulak yerlere taşınırken sefaretler de Boğaz boyunca yazlık konutlar inşa ettirmeye başlamıştı.”
“İdarenin kuraklığın zorlamasıyla attığı önemli adımlardan biri şehre modern bir su şebekesi kazandırmak olacaktı. 1868’de bir yabancı şirketin temsilcileri olan Mühendis Terno ve Hariciye Teşrifatçısı Kâmil Bey’e 40 yıllık bir imtiyaz verildi. Su, 1851’de yapılan ve 40 km uzaklıktaki Terkos Baraj Gölü’nden getirileceği için, asıl adı Dersaadet Anonim Su Şirketi olan şirket halk arasında “Terkos Şirketi” diye anıldı. Kuruluş 1883’ten itibaren Beyoğlu, Galata, Haliç ve Boğaz’ın Rumeli yakasını basınçlı musluk suyuyla tanıştırırken, Anadolu yakasına su getirme işi 1888’de bir Fransız kuruluşu olan Üsküdar-Göksu Su Şirketi’nin temsilcisi Karabet Sıvacıyan’a verilmişti. Şirket, 1893’te I. Elmalı Barajı’nı inşa ederek Anadoluhisarı’ndan Bostancı’ya kadar uzanan bölgeyi suya kavuşturdu. Ancak şehir halkı uzun yıllar “Terkos” dediği musluk suyunu içmeye yanaşmadı. Şehirde arabalı sucular (sakalar) dolaşır, iki atın çektiği arabalarda, küfeler içinde kırk kadar damacana dizilirdi. Ünlü kaynaklardan toplanan bu sular üzerleri temiz bir tülbent ve tahta bir kapakla kapatılan küplerde saklanırdı. Sakalar kendilerinden su alan evleri bilirler, boş damacanayı görünce yenisini bırakırlar, kapıya da tebeşirle işaret koyarlardı. Ay sonunda iş para toplamaya gelince de kavgalar eksik olmazdı.”
“İstanbul bir nebze de olsa kuraklığın etkisinden kurtulurken 1869-1870 yıllarında havaların çok sıcak geçmesi nedeniyle başta Ankara ve Konya olmak üzere Anadolu’da pek çok bölgede tarladan ürün alınamamış; hükümetin sıkıntılı bölgelerin ihtiyacını karşılamak için çalışmalara başlamasına rağmen nakliyatta karşılaşılan zorluklar nedeniyle zahire zamanında pazara getirilememişti. Hükümet Ankara’nın et ihtiyacının karşılanabilmesi için öncelikle yakın olan yerlerden küçükbaş hayvan nakledilmesini istemişti. Fakat hükümetin bu isteği Kastamonu başta olmak üzere diğer yerlerde de tepkilere neden olmuştu. Kıtlık nedeniyle halkın yetersiz beslenmesinden dolayı bünyeler zayıf düşmüş ve beraberinde de salgın hastalıklar gelmişti. Mikdat Kadıoğlu, bu dönemde kıtlık ve hastalık yüzünden Ankara, Kastamonu ve Kayseri'de 150 bin insan ile 100 bin çiftlik hayvanının öldüğünü ileri sürüyor.”
Doğu Anadolu’da bir kısım aşiretler ise hayvanlarıyla beraber sonbaharı ve kışı geçirmek için Sivas, Halep, Diyarbakır ve Toroslara doğru göç etmeye zorlanmıştı. Bölgede kalan hayvanların çoğu 1874 Martına gelene kadar açlıktan, şiddetli soğuktan, hayvan hastalığından ve tabi yemek için sahipleri tarafından kesilerek ölmüşlerdi.
Alıntı:Ayşe Hür, Anadolu’nun kuraklık tarihi: “Kaht-ü galâ, kahtzedegân, kıllet-i bârân, istiskâ
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.