Eylül… Yaprakların sararmaya başladığı, akşamları serinliğin kendini hissettirdiği ay. Bir yanıyla huzur, bir yanıyla hüzün taşır içinde. Ama bu Eylül, sadece ağaçların yapraklarını değil, halkın sırtındaki yükleri de hatırlatıyor.
Okullar açıldı. Kırtasiye masrafları, servis ücretleri, yeni kıyafetler… Çocukların yüzünde heyecan, anne babaların yüzünde kaygı var. Defterin kokusu hâlâ güzel ama defterin fiyatı yürek yakıyor. Çantalar ağır değil artık; ağır olan geçim derdi.
Çiftçiye bakıyorsun… Eylül onun için hasat zamanı. Ama bu yıl ürün ne kadar bereketli olursa olsun, maliyetler belini büküyor. Mazot, gübre, elektrik… Tarladan kaldırdığı ürünün karşılığını alamayan çiftçi, sonbaharın sarısı yerine hesabın karasını düşünüyor.
Gençler? Onlar için Eylül yeni bir dönem, yeni bir umut olmalıydı. Ama üniversiteye başlayan nice gencin derdi barınma, işsizlik, gelecek kaygısı. Ders kitaplarından önce kredi borçlarını, yurt sorunlarını konuşuyorlar. Eylül onların hayallerini yeşertmek yerine, “nasıl geçineceğiz” telaşıyla başlıyor.
Ve biz büyükler… Eylül bize aslında bir şey öğretiyor: Tıpkı ağaçların yapraklarını dökmesi gibi, belki biz de fazlalıklarımızı bırakmalıyız. Açgözlülüğü, haksızlığı, adaletsizliği… Çünkü halkın sırtına yük olan her yanlış, bu mevsimin güzelliğini gölgeliyor.
Sonbahar, “her son bir başlangıçtır” der. Belki de bu toprakların en büyük ihtiyacı tam da bu: Umudu yeniden başlatmak. Çünkü ne kadar sararsa sararsın, her yaprağın düşüşü aslında yeni bir filizin müjdesidir.
Ve unutmamalıyız ki, bu ülkenin asıl gücü; zengin sofralarda değil, halkın alın terinde, çiftçinin toprağında, gencin hayalinde, işçinin emeğinde gizlidir. Eğer biz Eylül’ün sararmış yapraklarından ders çıkarabilirsek, belki gelecek bahar daha adil, daha eşit, daha umutlu olur.
Çünkü Eylül’ün rengi sadece sarı değildir; direncin, umudun ve yarına olan inancın rengidir aynı zamanda.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.