Bazen sabah uyanıyorum ve içimden sadece susmak geliyor. Çünkü konuşacak söz, savunacak bahane, avunacak umut kalmamış gibi… Evin içinde dolaşıyorum, elim musluğa gidiyor, yine boş. Bir haftadır Aydın’da su yok. Sadece su da değil, ses yok, çözüm yok, açıklama yok. En acısı da bu zaten: susuzlukla birlikte sessizliğe de mahkûmuz.
Ama mesele sadece musluktan akan su değil.
Mesele, içimizde tükenen bir şeyler…
Merhamet gibi, vicdan gibi, duyarlılık gibi…
Sahi ne zaman bu kadar yabancı olduk bu dünyaya?
Ne zaman alıştık her güzel şeyin yok oluşuna?
Eskiden bir çöp yere atılsa, utanırdık. Şimdi sokağın köşesinde birikmiş plastik yığınlarının içinden geçip geçip gidiyoruz, başımızı bile çevirmeden. Deniz kenarında gün batımını izlerken bile arkamızda kırık cam şişeler, naylon poşetler bırakıyoruz. Çünkü biz sadece tüketiyoruz.
Nefes alır gibi, düşünmeden, ardını görmeden…
Ve doğa artık susmuyor.
Kuruyan dereler, ölen arılar, tükenen toprak… Hepsi bağırıyor aslında ama biz duymamayı seçiyoruz. Aydın’ın susuzluğu sadece teknik bir arıza değil. Bu, doğanın bize attığı tokat.
“Yeter” diyor.
“Siz beni susturdunuz, şimdi ben sizi susturuyorum.”
Çöpler içinde yaşayan sokak hayvanlarını gördünüz mü hiç?
Susuzluktan dili dışarı çıkmış bir kediye su ararken göz göze geldiniz mi?
Bunları yaşarken hâlâ doğayı sevmekten, çevreci olmaktan bahsetmeye utanmıyor muyuz?
Ağaç kesiyoruz, çünkü gölgeye değer vermiyoruz.
Hayvanı hor görüyoruz, çünkü sessizliği zayıflık sanıyoruz.
Çocuğun yüzünü unutuyoruz, çünkü teknolojinin ekranlarında kaybolduk.
Kadına ses etmiyoruz, çünkü sessizliği kabullenmişiz.
Su boşa akarken içimiz sızlamıyor artık, çünkü insanlığımızı yavaş yavaş akıtmışız yıllar içinde…
Ama hâlâ geç değil.
Hâlâ elimizi taşın altına koyma şansımız var.
Suya sahip çıkmak bir lütuf değil, bir zorunluluktur.
Doğayı korumak “çevreci” olmak değil, insan olmaktır.
Bir çöpü yerden almak, bir damlayı boşa harcamamak, bir ağacı sulamak…
Bunlar birer mucize değil ama mucizeleri doğuran küçük başlangıçlar.
Biliyorum, neyi kurtaracağımızı şaşırdık.
Ama her şeyin başı su.
Ve su demek, hayat demek.
Su yoksa temizlik yok, sağlık yok, huzur yok, bereket yok, insanlık yok.
Gelin bugün bir şey yapalım.
Boşa akan musluğu kapatalım.
Sokakta susamış bir hayvana su verelim.
Çocuklarımıza doğayı anlatan bir hikâye okuyalım.
Ve en çok da… kendi içimizdeki kirlenmişliğe dönüp bakalım.
Doğa, daha ne kadar bağıracak?
Biz ne zaman gerçekten duyacağız?
Çünkü bu dünyayı kurtarmak gibi bir lüksümüz yok.
Bu, sorumluluğumuz.
“Unutmayalım; doğa affetmez, sadece sabreder… ve biz o sabrın sonuna geldik.”
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.