Bir kenti yönetmek, aslında koca bir aileye göz kulak olmak gibidir. Evde kardeşler kavga edebilir, fikirler çarpışabilir, hatta bazen küsüşmeler bile yaşanır. Ama o evin içinde soba yanmazsa, tencere kaynamazsa, kavganın hiçbir anlamı kalmaz.
Son günlerde bir sahil kentinde yaşananlar tam da böyle. Bir zamanlar “hediye” diye sunulan bir bina, şimdi “boşaltın” denilerek tartışmaların göbeğine oturtuldu. Masanın bir tarafında “burası benim” diyen bir irade, diğer tarafında ise “hizmetin yeri değil, ruhu önemlidir” diyen bir anlayış var.
Aslında mesele bina değil. Mesele, hizmetin kime ait olduğu, kimin üzerinden halka ulaştığı. Halkın gözüyle bakınca ise cevap çok basit: Su aksın, yol yapılsın, çocuklar güvenle okula gitsin. Yani siyaset kavgalarının gölgesinde günlük hayat sekteye uğramasın.
“Gerekirse çadır kurarız” sözleri, işte tam da bu noktada simgesel bir anlam taşıyor. Çadır, hem bir sığınak, hem bir direniş, hem de bir kararlılık ifadesidir. Bazen afet sonrası umut kapısıdır, bazen geçici bir ev… Burada da halk için verilen hizmetin mekânla sınırlı olmadığını anlatıyor.
Kentin sokaklarında yürüyen vatandaş için tabelanın rengi ya da binanın tapusu değil, hayatını kolaylaştıran hizmet önemlidir. İnsanlar siyasetin sert dilinden yoruldu; onların tek isteği, huzur içinde yaşamak, emeğinin karşılığını almak ve yönetenlerin kavgasına kurban edilmemektir.
Unutmayalım: Binalar yıkılır, makamlar değişir, isimler unutulur. Ama halka dokunan hizmet, insanların gönlünde kalır.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.