Bazen bir ses gelir içimizden.
Kimi zaman susturmaya çalışırız, kimi zaman kulak veririz…
Ama o hep oradadır ; sessiz, sabırlı, doğruyu hatırlatır bize.
O sesin adı “vicdan”dır.
Bir hikâye vardır, belki duymuşsunuzdur:
Ateş, su, rüzgâr ve vicdan çok iyi dostlarmış.
Bir gün aralarından biri sormuş:
“Ya bir gün birbirimizi kaybedersek, nasıl buluruz yeniden?”
Ateş demiş ki: “Ben nereye gidersem gideyim, dumanımı görürsünüz.”
Su cevap vermiş: “Beni kaybederseniz sesimi dinleyin, nerede şırıldama varsa oradayım.”
Rüzgâr gülümsemiş: “Merak etmeyin, esintimle kendimi belli ederim.”
Vicdan ise sessiz kalmış bir an, sonra demiş ki:
“Ben kaybolursam… beni bir daha kolay kolay bulamazsınız.”
Ne kadar doğru, değil mi?
Bugün dünyanın, ülkenin, hatta evimizin en çok kaybettiği şey belki de bu.
Sesini duymazdan geldiğimiz, içimizdeki o ince sızı… vicdan.
Vicdan, sadece bir duygu değildir aslında.
İnsanın içinde doğruyla yanlışı tartan gizli bir terazi gibidir.
Haksızlık karşısında susamayan, iyilik görünce rahatlayan o şeydir.
Kimi zaman “keşke demeseydim”, “yapmasaydım” dedirten,
kimi zaman “iyi ki” diye içimizi ısıtandır.
Dünyada olup bitenlere baktıkça daha iyi anlıyorum;
akıl kadar, bilgi kadar, vicdan da yön veriyor insana.
Ama vicdanı susturursak, en akıllı insan bile yolunu kaybeder.
Bilge bir söz der ki:
“Vicdan, insanın pusulasıdır.”
Kuzeyi dürüstlük, güneyi şefkat, doğusu adalet, batısı merhamettir.
Bu yüzden vicdanının sesini dinleyen insan,
yolunu şaşırsa bile yönünü kaybetmez.
Bizi biz yapan da bu değil mi zaten?
Birine omuz vermek, paylaşmak, haksızlığa sessiz kalmamak…
Hepsi vicdandan doğan küçük ama güçlü eylemler.
Dilerim ki hiçbirimiz kaybetmeyelim o sesi.
Çünkü vicdan bir kere susarsa,
hayatın bütün sesleri anlamını yitirir.
Ey vicdan, biz bazen unuturuz…
Ama sen bizi unutma.
Yolumuzu kaybettiğimizde bile,
içimizden bir yerden sessizce seslen:
“Ben hâlâ buradayım.”
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.