Eskiden kötü bir haber duyduğumuzda içimiz burkulurdu. Kalbimiz sızlar, gözlerimiz dolar, sessizce ağlardık. Bir başkasının acısı bizim de acımız olurdu. Şimdi ise benzer felaketlerle karşılaştığımızda sadece üzülüp geçiyoruz. Bir anlık iç çekiş ve sonra sıradaki haber…
Bir kadın daha hayattan koparılıyor, bir genç daha umutsuzluğa sürükleniyor, emekliler ve asgari ücretliler ay sonunu getirmeye çalışıyor. Adalet yine sessiz. Her şey sanki sıradan bir haber başlığına dönüşüyor. Oysa yaşananlar sadece cümlelerden ibaret değil; onlar, dokunulmuş, yaşanmış, hissedilmiş hayatlar.
En tehlikeli hastalık bu belki de: şaşırmamayı öğrenmek. Her güne yeni bir adaletsizlikle uyanmak ama artık “Bu da mı oldu?” bile diyememek. Alışmak. Kanıksamak. Hatta kabullenmek… Oysa bazı şeylere alışmamak gerekir. Bazı acılar, bazı haksızlıklar hayatımızın parçası olmamalı. Normallik zırhına büründürülmemeli.
Bir pazara gidin mesela… Fiyat sormaya utanır hale gelmiş yaşlıları göreceksiniz. Çocuğuna bayramlık alamayan anneleri, işe girmek için kapı kapı dolaşan gençleri, borç içinde kıvranan esnafı… Bunlar sadece haberlere konu olan yüzeysel hikâyeler değil, gerçek yaşamlar. Bu insanlar, bizim komşumuz, kardeşimiz, annemiz, biziz.
Gündem hemen değişiyor. Sosyal medyada bir iki gün konuşuluyor, sonra unutuluyor. Hafızamızı kaybediyoruz. Ve sistem, bu unutkanlıktan besleniyor. Çünkü biz unuttukça, onlar rahatlıyor. Biz susunca, adaletsizlik cesaret buluyor.
Eskiden böyle değildi. Küçücük bir olay günlerce konuşulur, konuşuldukça toplum bilinçlenirdi. Şimdi büyük bir skandal patlıyor, üç gün sonra yeni bir dizi bölümü, yeni bir maç ya da viral bir video o skandalın üzerine perde çekiyor.
“Zaten bu hep böyleydi,” diyoruz. Belki de en acı cümle bu. Çünkü bu cümle, bir toplumun çürümeye başladığının kanıtı. Sessizliğe gömülen her haksızlık, yarınlarımızdan çalınmış bir umut demek. Ama unutmamalıyız ki hiçbir düzen, sonsuza kadar ayakta kalmaz. Ne suskunluk ebedidir, ne de karanlık.
Bir toplum değişmek istiyorsa, önce yüzleşmeyi öğrenmeli. Yüzleşmek içinse hafızamıza sahip çıkmalıyız. Acılarla, haksızlıklarla, yok sayılan hayatlarla yüzleşmeli; görmeli, hissetmeli ve hatırlamalıyız.
Çünkü değişim, önce insanın içinden başlar. Bir kişiyle, bir cümleyle, bir itirazla… Sessizlik ne kadar yaygınsa, ses o kadar kıymetlidir.
Artık unutmayı değil, hatırlamayı seçmenin zamanı. Alışmamayı, susmamayı, görmezden gelmemeyi…
Çünkü bazı şeylere alışmamak, insan kalmanın en onurlu biçimidir.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.