Yıllar önce duyduğum bir sözde, "İnsanlar aynı dili konuşurlar, fakat farklı şekillerde telaffuz ederler" denilmekteydi. Bu sözde geçen "aynı dil" ifadesi ile kastedilen şey acıların, sevinçlerin, hüzünlerin, heyecanların, kısacası duyguların dışavurum biçiminin hemen hemen herkeste aynı olduğudur. Lisan ise bu ortak dilin sözle ifade ediliş biçiminden başka birşey değildir...
Hal böyleyken, yani hepimiz aynı dille konuşuyorken birbirimizi neden anlamıyor ve neden anlaşamıyoruz? Bizi birbirimize karşı kör, sağır ve dilsiz yapan sebepler nelerdir?
Mevlana bu sorunun cevabını çok uzun yıllar önce sadece bir cümle ile vermiş:
“Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşırlar”
Demek ki sorun lisanda değil, duygularda. Bir başka deyişle, anlaşabilmek için sadece sözleri anlamak yetmez, duyguları da anlamak lazım gelir...
Ne yazık ki yaşadığımız hadiseler karşısında objektif olamıyor ve empati kuramıyoruz. Bu ikisini yapmak oldukça basitmiş gibi görünse de, belki de dünyanın en zor iki işinden bahsediyoruz.
Objektif olamıyoruz; çünkü önyargılıyız, hasbi değil hesabiyiz, bağımsız değil bağımlıyız, samimi değil riyakarız...
Empati kuramıyoruz; çünkü gerçekler acıtıyor veya vurdumduymazız. Oysa ki empati muhatabımızı anlamanın, duygularını hissetmenin ve ona yardımcı olabilmenin en doğru ve en insani yoludur. Bir Kızılderili atasözü der ki, “Benim hayatımı yargılamadan önce benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim yollardan, sokaklardan geç...
Empati kelimesi anlama ya da anlaşılma kelimeleriyle neredeyse eş anlamlı olup, empatiden maksat "halden anlamak"tır. Bu hususta, "Damdan düşenin halinden damdan düşen anlar" denilmiştir...
Empatiden, anlamadan ve anlaşılmadan her bahsedildiğinde, nedense aklıma Necip Fazıl'ın "Reis Bey" oyunundaki şu pasaj gelir:
Etmeyin Reis Bey, siz ağlayamazsınız! Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz...
...
Siz merhametten, acıma duygusundan, yalnız kötülük doğacağına inanmışsınız. Yerine göre haklısınız. Fakat ondan ne büyük iyilik doğacağını unuttuğunuz için en büyük hakkı kaybediyorsunuz. Rahmet kaldırılmış sizin kalbinizden. Reis Bey! Mühürlü kalbinizin açılmasını dilerim, Allah sizi de arındırsın..."
Anlaşabilmek, aynı frekansta buluşabilmeyi gerektirir ve anlamak sevmenin başlangıcıdır. Bunu başaramadığımızda anlamlar sözlerin kalabalığında yitip gidiyor ya da söylemek istediğimizden başka manalara bürünüyorlar. Konuşabilmek aynı zamanda dinleyebilmektir; öfkeden, kinden ve bütün önyargılardan sıyrılarak dinleyebilmektir. Pulitzer ödüllü şair Robert Frost, "Dünyanın yarısı söyleyecek sözü olup da söyleyemeyen insanlardan, diğer yarısı da söyleyecek hiçbir şeyi olmadığı halde söylemeye devam eden insanlardan oluşuyor” demektedir.
Acaba biz dünyanın hangi yarısındayız?...
Halil Cibran diyor ki:
"Başka bir insanın hakikati, onun sana açıkladığı şey değil, açıklayamadığı şeydedir. Bu yüzden, onu anlamak istersen söylediğine değil, söylemediğine kulak ver. İnsan sustuğu şeyler kadardır ve insan insanı anlatamadığı yerden anlayabiliyorsa yakındır."
Ne güzel demiş şair, "Söz söylemek irfan ister, anlamaksa insan..."
Ne yazık ki söze, "Kahrolsun ya da yaşasın" diye başlayanların çoğunlukta olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Birbirimizle tartışmayı ve konuşmayı anlaşmak niyetiye değil, karşımızdakini de bizim gibi düşünmeye ikna etmek için yapıyoruz. İlişkilerimizde empati yapmak ve anlamaya çalışmak yerine savunma ve saldırı yolunu seçiyoruz. Siyaset, ideoloji, kültür, inanç ve sosyal açıdan aynı gurupta yer aldıklarımızı anlıyor, diğerlerini ötekileştirip dışlıyoruz. Ne yazık ki bu hal içerisindeyken üzerinde anlaşabileceğimiz çok az şey kaldı...
Bir yerlerden duyduğum şu söz, mevcut halimizi ne de güzel özetliyor:
Gök duydu da insanın acısını, insan duyamadı, insanın feryadını...
Kuş bildi de yanyana uçmayı, insan bilemedi insanın elinden tutmayı...
Dağ bastı da bağrına her canlıyı, insan açamadı insana kapısını...
Nehir bildi de denize karışmayı, insan insana karışamadı...
Ne yazık ki insan insanı anlayamadı...
Söyleyeni bilinmeyen bir sözde ise şöyle denilmektedir:
İnsan İnsanı;
Ya tamamlayamadı,
Ya tam anlayamadı...
Son sözü İzmir'li Sefarad yazar Dr. Herman Amato söylesin:
En uzak mesafe ne Afrika'dır, ne Çin, ne Hindistan,
Ne seyyareler, ne de yıldızlar geceleri ışıldayan,
En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir, birbirini anlamayan...
Esen Kalın...


ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.