Zonguldak yöresine ait olduğu söylenen "Tombalacık Halimem" ismindeki türkünün nakarat bölümünde geçen "Alçaklara kar yağıyor üşümedin mi/Sen bu işin sonunu düşünmedin mi" sözleri, düşünmeden hareket etmenin doğurabileceği olumsuz sonuçlara karşı bir uyarı niteliğindedir...
Her eylemin olumlu ya da olumsuz mutlak bir sonucu vardır. Bu sonuçlar çoğu kez öngörebilir durumda iken, bazı eylemlerin sonuçları öngörülemeyen ve kişinin gücünü, bilgisini, yeteneğini veya imkânlarını aşan sonuçlar olarak tezahür eder. Bu nedenle, herhangi bir işe başlamadan önce o işin muhtemel sonuçlarını, risklerini, avantajlarını ve dezavantajlarını dikkatlice değerlendirmek gerekir. Eğer eylemlerimizin sonuçlarına katlanmak konusunda yeterli sabır, güç, imkan veya cesaretimiz yoksa, o işe başlamamamız en güzelidir...
Bir başka deyişle, hiç gereği yok iken boşu boşuna kahramanlığa soyunmak veya boyumuzdan büyük anlamsız işlere kalkışmak, tıpkı Don Kişot'un yel değirmenleriyle nafile savaşına benzer. Konu ile alakalı şu komik ve bilindik hikaye oldukça anlamlıdır:
Karga ile tilki aynı uçakta ve yanyana koltuklarda seyahat yapmaktadırlar. Yolculuğun bir anında karga tilkiye "Bak şimdi çok eğleneceğiz"deyip servis düğmesine basar ve hostesi çağırır. Hostes gelir ve kargaya "Ne istemiştiniz efendim" diye sorar. Karga "Bir şey istemiyorum, düğmeye ibnelik olsun diye bastım" diye cevap verir. Tilki karganın yaptığını çok eğlenceli bulur ve "aynısını ben de yapacağım" deyip servis düğmesine basar. Tilki gelen hostese karganın verdiği cevabın aynısını verince, hostes sinirlenip ikisini de uçaktan atar...
Karga kanatlarını açıp boşlukta aheste aheste süzülürken, hızlıca yere düşmekte olan tilki kargaya doğru seslenir; "Karga kardeş kurtar beni, ben uçma bilmiyorum". Karga hiç istifini bozmaz ve tilkiye, "Uçmayı bilmiyorsan niye ibnelik yapıyorsun" diye cevap verir...
Şimdi biraz düşünelim, çevrenizde tilkinin sergilediği davranışın benzerlerini sergileyen ne kadar insan var?
Oldukça fazla değil mi?
Biz bu türden insanlar hakkında çoğu zaman ukela, hadsiz, düşüncesiz ya da cahil sıfatlarını yakıştırıyoruz. Mesela, iş hayatına yeni atılan genç biri, işin nasıl yapılacağı hakkında daha henüz yeterli bilgi sahibi olmadığı halde, ukelalık yapıp işin profesyonellerine kafa tutabiliyor...
Kendilerini siyasetçi zanneden beş para etmez sahte kahramanlar, oturdukları makamlar kendilerine bol gelen cüce bürokratlar, ne oldum delisi müsrif mirasyediler, kerametin kendilerinde olduğunu zanneden beceriksizler ve daha pek çok zavallı insan, ya başkalarının gazıyla ya da egolarının esiri olarak hadsiz ve ölçüsüz tavırlar sergileme cesaretini gösterebiliyorlar...
Oysa ki hadsizliğin de bir hududu vardır. Bu sınır, başkalarının sabır taşı çatladığında sona ermiş demektir. Bu nedenle hiç kimse sonsuz özgür olduğunu düşünmemeli ve özellikle de başkalarının pohpohlamasına, gazına ve maksatlı desteğine aldanıp hadsizlik yapmamalı. Aksi takdirde geçenlerde internette rastladığım şu ilginç hikayedeki horozun başına gelenin benzerlerini yaşamaları kuvvetle muhtemeldir:
"Denizli'de araştırma yapmak için kamp kuran bir grup üniversite öğrencisi, kamp yakınına tüneyen bir Denizli horozunun sabahın erken saatlerinde yüksek sesle ötmesinden çok rahatsız olmuşlar.
Sabahın köründe ortaya çıkan horoz önce dikleniyor, sonra dakikalarca ötüyormuş. Tabi bu durum karşısında ekipte ne uyku ne de huzur kalmış...
Sonunda sabırlar tükenmiş ve birgün horozu susturmak için başlamışlar onu kovalamaya, horoz önde gençler peşinde mahalle arasına dalmışlar. Kovalamacayı gören fakat bir anlam veremeyen yaşlı dede gençlere seslenmiş:
- Hey, gençler! Bu zavallı horozu niye koşturup ürkütüyorsunuz?
- Dede, sabahın köründe öyle ötmeye başlıyor ki kampı ayağa kaldırıyor. Bizde ne uyku bıraktı ne de huzur. O yüzden başını keseceğiz.
"Yazıktır evladım, yapmayın! Bırakın, ben onun sesini keserim, bir daha da sizi rahatsız etmez" demiş yaşlı adam.
Gençler bunun üzerine horozu kovalamayı bırakmışlar...
Gençler ertesi sabah hafif birkaç gak guk sesi dışında horozdan kayda değer hiçbir ses çıkmadığını görünce şaşırıp dedeye koşmuşlar:
- Yahu dede, ne yaptın da bu horozun sesini kestin?..
İhtiyar gülmüş:
- Kıçına zeytinyağı sürdüm. Horoz kabararak ötmeye yeltendiğinde gerisi tutmuyor ki kuvvet alıp ötebilsin. İşte ancak böyle gak guk edebiliyor...
Kıssadan hisse:
Arkan sağlamsa, istediğin kadar kabarır, diklenir, sözünü dinletirsin. Arkan bir kez gevşediyse ve ötmeye gücün yoksa, ancak "gak-guk" eder, susar kalırsın...
Şimdi sizlere soruyorum;
Bir zamanlar mangalda kül bırakmayan (sözde) kudretli siyasetçiler şimdi neden suskunlar?
Vatandaşa diklenip her türlü zulmü yapan bürokratlardan bazılarının ahir ömürlerini bir köşede tek başlarına tamamladıklarına hiç şahit olmadınız mı?
Karun gibiyken başkalarının himmetine ve yardımına muhtaç duruma düşen zenginleri görmediniz mi?
O halde, ne hadsizliğin lüzumu var ne de sahte kahramanlıkların. Cervantes'in dediği gibi, “Gerçek cesaret her zaman ihtiyat ile el ele yürüyendir"...
Son söz Tibetli siyasi lider Jigme'den gelsin:
Eğer savaşacak kadar güçlü değilsen, düşmanını kucaklamalısın. Her iki kolu da sana sarılı iken, sana silahını doğrultamaz...
Esen Kalın...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.