AyFm 100.5
  • 4 Aralık 2025, Perşembe

KUVVETLER (K)AYIRIMI...

Devleti devlet yapan üç önemli kuvvet vardır; yasama, yürütme ve yargı. Bu üç kuvvetin birbirlerine karşı üstünlüğü olmayıp, aralarında fren ve denge mekanizması bulunmaktadır. Siyaset ve hukuk literatörüne ait pek çok eserde, 'devlet fonksiyonlarının farklı organlar tarafından yerine getirilmesi ve devletin görevlerinin birbirinden ayrılması' olarak tanımlanan kuvvetler ayrılığı ilkesi, anayasal devletin vazgeçilmez bir unsurudur...

Ülkemizde 2018 yılından bu yana uygulanmakta olan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi de kuvvetler ayrılığı ilkesini benimsemiş olup, bu sistem içerisinde yasama, yürütme ve yargı organlarının birbirlerinden bağımsız bir biçimde görev yapmaları esastır...

Yürürlüğe girmesinin üzerinden uzunca bir süre geçmiş olmasına rağmen, ne yazık ki halen bazı kurum, kuruluş ve kişilerin yeni hükümet sistemini anlayamadıkları, anlamak istemedikleri veya yok farzettikleri görülüyor. Özellikle siyasi erke sahip bazı milletvekillerin eski alışkanlıklarını devam ettirme eğiliminde oldukları, doğrudan ya da dolaylı olarak sık sık yürütmeye müdahalede bulundukları konuşulmakta, son yıllarda ise söz konusu müdahalelerin boyutunun bürokrat atama ve görevden almalara tesir etme seviyesine kadar ulaştığı belirtilmektedir. Oysa ki uygulanmakta olan Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin en önemli gayelerinden biri, Devlete ait üç erk arasındaki sınırların daha da belirgin hale getirilmesi, yasama, yürütme ve yargının birbirlerinin alanına müdahalesinin engellenmesi idi...

Konuyu bir başka şekilde ifade etmek gerekirse, Devlete ait üç kuvvetten hiçbirinin bir diğeri üzerinde vesayet ya da velayet yetkisi bulunmamaktadır...

Hal böyleyken, ne yazık ki (şu ya da bu parti diye ayırt etmeksizin) bazı siyasetçilerin sık sık yürütmeye müdahalede bulundukları, bazen aba altından sopa gösterdikleri, bunun yansıması olarak da bürokrat ve memurların adeta korku ikliminde görev yaptıklarına ilişkin söylentiler ayyuka çıkmış vaziyette. Oysaki bürokrat ve memurlar herhangi bir siyasi partinin değil, Devletin ve milletin hizmetkarıdırlar. Bu nedenle ideoloji, inanç, siyasi görüş, cinsiyet ve benzeri hususlara bakmadan hizmet etmeleri, tarafsızlık ve eşitlik ilkesine azami derecede uymaları yasal bir zorunluluktur..

Okuduğum bir haberde, bir il müdürünün sırf nezaket gereği muhalefet partisi il başkanını makamında kabul ettiği içın soruşturmaya uğradığı; benzer bir başka haberde ise bazı belediye çalışanlarının farklı görüşte bir milletvekiliyle yan yana görüntü verdikleri için sürgün edildikleri yazıyordu.

Ne zor bir durum değil mi?

Herhangi bir bürokrat ya da memur kazara bir partinin milletvekili ile yanyana gelse ve bu durumdayken resmi çekilip haberi yapılsa, vay haline...

Peki bu durumun bedelini kim ödüyor?

Cevap çok basit; olan vatandaşa oluyor. Zira baskı altındaki bürokrat ve memurlar yüzünden devlet dairelerindeki işlerin yavaşlaması, plan ve projelerin sürüncemede kalması ve karar alma süreçlerinin objektiflikten uzaklaşması kaçınılmaz bir sonuçtur. O halde unutulmamalıdır ki bürokrasiye vurulan her darbe, aslında vatandaşa vurulan darbe demektir... 

Geçen hafta içerisinde Aydın'daki yerel bir haber sitesinde yayınlanan bir köşe yazısını okuduğumda cidden çok üzüldüm. Zira bu yazıda aynen;

"Aydın’da yıllardır değişmeyen bir siyasi refleks var: Başarılı olanı cezalandırmak, vizyon sahibini sürmek, halkın sevdiği kamu görevlisini bir tehdit olarak görmek.

Bu şehrin siyasetçileri, hele ki kendi içlerinden yetişmiş Aydınlı bir müdür, mühendis, eğitimci veya kanaat önderi ortaya çıktığında, onu sahiplenmek yerine ilk fırsatta “rakip” olarak etiketlemeyi marifet sanıyorlar.
...
Aydın bugün Türkiye siyasetinde etkisini yitirdiyse, bunun tek nedeni ...Aydın’daki siyasetin kendi evlatlarını tüketme alışkanlığıdır.
...
Aydın, kendi evlatlarını kendi eliyle tüketen şehir olarak anılacak" denilmekteydi.

Bu yazılanlar Aydın'da gerçekten oluyor mu olmuyor mu bilemem. Bunu en iyi bilecek ya da gerçekliğini teyid edecek olanlar bizzat Aydın halkı, siyasetçiler ve bürokratlardır...

Ben şahsen durumun böylesine vahim bir boyutta olduğuna ihtimal vermek istemiyorum. Amma velakin eğer durum gerçekten böyleyse, bu durumun sorumlu ya da sorumlularının hesap vermeleri gerektiğini düşünenlerdenim...

Son söz ünlü Alman siyasetçi ve devlet adamı Otto Von Bismarck'tan gelsin;

Sosisin ve siyasetin nasıl yapıldığını bilseniz geceleri rahat uyuyamazsınız...

Esen Kalın...

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.