Değerli Okurlarım,
Geçen hafta, kapı komşumuz olan İran'da önemli toplumsal olaylar yaşandı. Meşhed kentinde başlayıp ülkenin birçok kentine hızla yayılan ve 20 den fazla insanın ölümüne yol açan protesto olaylarının sebebinin ekonomik mi, yoksa rejime duyulan bir tepki mi olup olmadığı hususu, olayların çıktığı günden beri tartışılmaktadır. İleri sürülen iddialardan biri de, olayların kaynağının, başta ABD ve İsrail olmak üzere, dış güçlerin kurguladıkları bir oyun olduğudur.
Yaşananların ayrıntısına girmeden önce, bizzat kendi gözlemlerim üzerinden size bir iki tane İran fotoğrafı nakletmek istiyorum.
Geçen sene, resmi bir program sebebiyle komşumuz İran'a bir ziyarette bulunmuştum. Bir kenti veya ülkeyi tanımanın en iyi yollarından birinin sokaklarında dolaşmak olduğunun bilinciyle, programımızın izin verdiği ölçüde, Tahran sokaklarını dolaşarak halkı ve çevreyi gözlemledim. Gördüğüm manzara aynen şöyle; Özellikle bayanların, Şii rejimin yasalarla dikte ettiği bir kıyafeti giyerken yüzlerine yansıyan hoşnutsuzluğu, halktaki "nereden ve ne zaman karşılarına çıkacağı belli olmayan rejim muhafızlarıyla karşılaşma korkusundan kaynaklanan" tedirginlik, konuştuğum insanların sözlerine yansıyan Türkiye ve Batı hayranlığı. Sonuç olarak, adeta bir balon gibi gerilmiş ve patlamaya hazır bir toplum vardı karşımda.
Bu gözlemlerimin doğru olduğunu, Tahran hava limanından Türkiye'ye dönüş için bindiğim Türk Hava Yolları'nın tarifeli uçağındaki İran'lı yolcuları görünce anladım. Uçağımız, on-onbeş Türk yolcu haricinde tamamen İranlı yolcularla doluydu. Bu yolculardan bayan olanlar, daha uçağın biniş kapısından içeri adımlarını atar atmaz başörtülerini çıkarmışlar ve avrupai gibi bir çehreye bürünmüşlerdi. Yapmış oldukları makyajlar öylesine ağırdı ki, gerçek yüzlerini anlamak nerdeyse mümkün değildi. Gördüğüm manzara karşısında şaşırmıştım. Nasıl olmuştu da bütün bayanlar bir anda başka bir kimliğe bürünmüş ve asık yüzlerinden gülücükler yayılmaya başlamıştı? Değişim müthişti...
Kafamdaki ve Tahran'da gördüğüm İran'la gerçek İran'ın çok farklı olduğunu anladığım bir başka yer ise, geçtiğimiz yaz gene bir program vesilesiyle Antalya'da kaldığım oteldi. Otelin müşterilerinden büyük çoğunluğunu oluşturan İran vatandaşlarının kılık kıyafetleri ve uygunsuz tavırları, Müslüman kimliği ile zerre kadar uyuşmuyordu. Animasyonlar ve eğlence merkezleri onlarla doluydu. Rahatlıkları karşısında şok olmuştum...
Değerli okurlarım, sonuçta vardığım kanı şu;
Toplumların gerçek kimlikleri, baskı ve mecburiyetler altında değil, özgür kaldıklarında ortaya çıkar. İran'lı dostlarımızın ülkelerinde maruz kaldıkları baskıcı rejim ters tepki göstermekte ve insanlar özgürlüğe kavuştukları ilk fırsatta farklı bir kimlik ortaya koymaktadırlar.
Şimdi gelelim geçen haftaki olayların görünen yüzünü anlatmaya;
İran'da son zamanlarda iktidar cephesinde büyük çekişmeler yaşanmaktaydı. Bu çekişmelerin merkezinde, reformcu kimliği ile öne çıkan Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile kendilerini İslami Rejimin en büyük savunucusu olarak gören muhafazakarlar bulunmaktadır.
İran'ın dini lideri Hamaney, İran'da Hümeyni'nin kurduğu Şii İslam Devleti'nin parametrelerinin en büyük koruyucusu olarak öne çıkarken, Ruhani attığı adımlarla politikalarını “daha fazla özgürlük” yönüne çevirmeye başlamıştı. Muhafazakarlar ve reformcular arasındaki görüş ayrılıkları, başta ABD ve İsrail'le kurulacak ilişkiler olmak üzere, İran dış politikasının nasıl yürütüleceği konusunda da ortaya çıkmaktaydı.
İşte İran'daki protestolar, İran'da Ruhani rejiminin 1979'dan bu yana yapılmayanı yapıp, rejimin simgesi konumundaki kadınlara Hicab uygulamasında “esnekliğe” gidilmesine ilişkin kararnameden tam bir gün sonra başladı.
1979 İslam devriminden bu yana yürürlükte olan Hicab uygulamasına göre, İslami kurallara göre giyinmeyen kadınlar ahlak polisleri tarafından gözaltına alınıyordu.
Ancak 27 Aralık'ta, bundan böyle İslami kurallara uygun giyinmeyen kadınların gözaltına alınmayacakları, bunun yerine “İslam dinini öğreten kurslara gönderilecekleri” açıklandı.
İslam devriminden 38 yıl sonra gelen ve Ruhani'nin imzasını taşıyan bu esneklikten tam bir gün sonra ise, Meşhed'de “ekonomik sıkıntılara isyan” adı altında halk hareketleri başladı.
Bu durumda, proestoların arkasında yatan asıl nedenin ekonomik olmadığını söylemek mümkün. Tıpkı, ülkemizde yaşadığımız Gezi Parkı Olaylarının arkasındaki asıl nedenin üç-beş ağacın kesilmesinin olmadığı gibi...
Sebep ne olursa olsun, İran'da yaşananlar ülkenin kendi iç sorunudur. Bu nedenle, İran yetkililerinden bir talep gelmediği müddetçe, başka ülkelerin bu olaylara doğrudan müdahil olması kabul edilemez. Gel gelelim, kendilerini Dünyanın efendisi zanneden ABD ve İsrail yönetimleri, İran'daki olayları teşvik eden açıklamalarda bulunarak cibilliyetlerinin gereğini yerine getirmişlerdir. İran'ın bu zor durumunda, avının sendelemesini bekleyen aç kurtlar gibi tavır takınarak, göstericileri ödül vereceklerini söyleyecek kadar ileri gitmişlerdir. Bu durumda insanın aklına ister istemez, "olayların ardında bu ülkeler mi var?" Sorusu geliyor. Dış politikada "gemi azıya almak" bu olsa gerek. Fakat ABD ve İsrail'in unutmaması gereken bir şey var; Öldürmeyen acı güçlendirir...
Muhabbetle kalın sevgili dostlarım...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.