Yeni eğitim öğretim yılı nihayet başladı; ülkemize ve milletimize hayırlı olsun...
Yarış atı misali sınavdan sınava koşturacak olan çocuklarımıza ve onlarla birlikte aynı heyecanı yaşayarak binbir zahmete katlanacak olan ailelerine kolaylıklar diliyorum...
Ne yazık ki, pek çok şeyde olduğu gibi okumayı da yanlış anladık. İlk emri "Oku" olan bir Kitaba ve "İlim Çin'de bile olsa gidip onu alın" diyen bir Peygambere sahip olduğumuz halde, ne okumasını bildik, ne de okuduğumuzu anladık...
Ne yazık ki okumayı sevdirmediler bize; okumak için önce sevmeyi öğretmediler. Zamanla seversin diyenler içimizdeki azıcık sevgiyi de öldürdüler.
Artık okuma özürlü bir toplum haline geldik, zorunlu olmadıkça okumuyoruz. Okumanın adını bile "zorunlu eğitim" koydular ki, nihayetinde "zorunlu eğitim" "sorunlu eğitim" haline geldi...
Zorla okunanlar gereği gibi anlaşılmıyor, anlaşılmayan şeylerden de ne yazık ki fayda hasıl olmuyor...
Okumasını bilemedik biz...
Üniversiteler bitirdik, koca koca doçent ve profosörler olduk, ciltler dolusu kitaplar okuduk, ama Yüce Allah'tan bize indirilen Kitab'ı bir kere olsun açıp okumadık. Okuduk diyenlerimiz de sadece lafzını okudu. Kuran'ı defalarca hatmettik, fakat hatim sayılmaz diye zahmet edip de mealini ve tefsirini okumadık. Hatta O Yüce Kitabın ne demek istediğini ne acıdır ki merak bile etmedik...
Okumanın ne demek olduğunu anlayamadık biz...
Herşeyin yalnızca salt okumayla öğrenileceğini zannettik. Hayatın bizzat kendisinin öğretmen olduğunu anlatmadılar bize; oysaki hayat en iyi öğretmendi. Konuşmayan, nutuk çekmeyen, daldığımız derin uykudan uyandıran, doğruyu ve yanlışı en yalın haliyle görmemizi sağlayan gerçek bir öğretmen....
Bu konu ile ilgili olarak internette rastladığım bir paylaşımda aynen şunlar yazmaktaydı;
Babaannem ılık bir ikindi üzeri vefat etti. Babam, emin olmak için ağzının önüne ayna tuttu ve sonra hafif bir ses tonuyla, “Vefat etti annem, Allah rahmet eylesin” dedi. Çocuk aklımla babamın yaşadığı sükunete bir anlam veremedim. Sonra annemden öğrendim ki, babam o gece sabaha kadar yorganın altında hıçkıra hıçkıra ağlamış.
Tevekkülü ve Allah'a isyan etmemeyi o gün öğrendim...
*
Anneannemin iyice ağırlaştığı geceydi ve zor nefes aldığından oksijen tüpüne bağlıydı. Eve doktor geldi ve uzun bir muayeneden sonra bakışlarıyla bize yapacak pek bir şeyin olmadığını ima etti. Doktor tam evden çıkacakken anneannem ağzına bağlı olan maskeyi çıkarıp zorlukla, “Nezih Beye börek, çay getirin” diye seslendi, bir saat sonra da vefat etti.
Misafirperverliğin ne olduğunu o gece öğrendim...
*
Hollanda’da tarihi bir şatoyu ziyaret edecektim ve şatonun önüne geldiğimde henüz açılmadığını gördüm. Bilet gişesinin önünde benim gibi erken gelmiş 30 yaşlarında bir Japon vardı. Tanışıp, ayaküstü biraz sohbet ettik. Kapıların açılmasına daha 20 dakika vardı. Yeni tanıştığım arkadaşa, “Ben biraz dolaşıp fotoğraf çekeceğim. 20 dakika sonra burada buluşup birlikte gireriz” dedim.
Dolaşırken sağanak yağmur başladıı, ben de bir kafeye sığınıp yağmurun dinmesini bekledim. Yaklaşık bir buçuk saat sonra şatonun kapısına geldiğimde Japon’u beni beklerken buldum. Sığınacak bir yer olmadığı için yağmur altında beklediğinden paçalarından su akıyordu. “Niye girmedin” diye sorduğumda, “Sözleştik ya” dedi.
Sözünde durmayı, ismini bile hatırlamadığım ıslak bir Japon’dan öğrendim...
*
Rahmetli dedemin vefatından birkaç gün önce bir bayram sabahıydı ve amansız bir hastalığın pençesinde zor nefes alıp veriyordu. Kesilen kurbandan tatsın diye ağzına nohut kadar bir et parçası koyduk, binbir gayretle yutmaya çalıştı, ama vücut kabul etmedi. Ağzından eti geri almak için eğilen kızının yanaklarına inmiş iki damla yaşı fark edince zoraki gülümsedi ve usulca “80 yıl doya doya et yedik kızım, bir kere yiyemedik diye üzülmek olur mu” deyiverdi.
Bir nefese yüzlerce kişisel seminerin sığdırılabileceğini de o bayram sabahı öğrendim...
Hülasa, bazen binlerce sayfa kitabın veya en iyi öğretmenin öğretemediğini yaşanılan 1 dakikalık tecrübe öğretir de şaşar kalırsınız...
Çocuklarına kitap okuma alışkanlığı kazandırmak için çırpınan anne babalar şunu asla unutmamalı;
Yaşanan veya yaşatılan bir yanlış, bazen kitaplar yoluyla öğrenilen bin doğruya bedel olabilir...
Okumasını bilemedik biz...
Okumanın yalnızca yazılanları okumak olduğunu zannettik. Bazı şeylerin okuyarak değil yaşayarak öğrenileceğini fark edemedik. Mesela aşkı, sevgiyi, açlığı, korkuyu, yokluğu ve daha pek çok duyguyu okutarak öğretmeye kalktılar bize. Oysa ki balın tadını ancak bal yiyenler bilebilirdi. Okuyarak sadece bilgi edinebildik; okuduklarımızın ne hazzını duyduk ne de hissini yaşayabildik...
Daha çok bilgi sahibi olalım diye, bize sürekli olarak okumaya zorladılar. Oysaki kitaplar ilmin kendisi değil, bilginin taşıyıcıları idiler...
Bir Dostumun dediği gibi, mesele sadece bilmek olsaydı şeytan hepimizin hocası olur, onu baş tacı ederdik. Halbuki marifet bilmekte değil, bildiklerimizle emel edebilmekteydi.
Okumanın en başta kendimizi bilmekten geçtiğini öğretmediler bize...
Ne yazık ki kendinin farkında olmayan, okuduklarının manasını anlamayan ve nihayet anladıklarını da uygulamayan bireyler olduk. Halbuki, kendini bilmeyen insan ciltler dolusu kitap okusa kaç yazar...
Son söz bizim Yunus'dan gelsin;
İlim ilim bilmektir,
İlim kendini bilmektir,
Sen kendini bilmezsen,
Ya nice okumaktır...
Esen Kalın...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.