Sanırım pek çoğunuz "mihenk taşı" sözünü duymuşsunuzdur. Genellikle, gerçek anlamından farklı olarak kullanılan bu kalıplaşmış söz, "birinin değerini ve ahlakını anlamaya yarayan ölçüt" manasına gelir.
Gerçekte ise, altın, gümüş ve benzeri madenlerin ayarını (ve dolayısıyla kalitesini) anlamak için sürtüldükleri, kara renkli bir tür denek taşıdır. Söz konusu madenlerin taş üzerinde bıraktığı çizgilerden, bu madenlerin saflık dereceleri kolaylıkla anlaşılabilir.
Bu kara taşın belirtilen özelliğinden yola çıkarak, bir insanın değerini ve kalitesini ortaya çıkaran olaylar ve durumlar için de "mihenk taşı" tabiri kullanılır.
Atalarımız, "Altın mihenk taşında belli olur" demişlerdir.
Gerçek hayatta, insanların ahlakını, kapasitesini ve kalitesini ortaya çıkaran pek çok mihenk taşı mevcuttur. Bunlar bazen bir olay, bazen bir durum veya bazen de başka bir şey olabilir. En önemli mihenk taşlarından biri ise "makamlar"dır.
Makam ve şöhret sevgisi, insanı aciz bırakan ve onu kolaylıkla teslim alan önemli bir mihenk taşıdır.
Makam sevgisi, insan fıtratında az ya da çok mutlak surette bulunan ve Allah tarafından bizlere verilen bir duygudur. Bu duygunun yanlış ve doğru olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Nefsin istek ve arzularını tatmin gayesiyle bir makama talip olmak, makam sevgisini olumsuz yönde kullanmak demektir. Bu duygunun doğru yönde kullanılması ise, makam sevgisini ön plana çıkarmadan, Allah'ın rızasını kazanmak için toplumun menfaatine yönelik hareket etmektir.
Belirtmek gerekir ki, hiçbir dünyevi makam, büyük adam olmak için tek başına yeterli şartı sağlamaz.
"Orduları yenmiş ve ülkeler fethetmiş olmak, bir sürü şey yıkıp yapmış olmak, adına anma programları düzenlenip çok alkışlanmış olmak" bile büyük adam olmak için yeterli değil iken, sıradan bir makam ve rütbe sahibi için büyük adamlıktan söz etmek, abesle iştigalden başka birşey değildir.
Bu nedenle, pek çok kimse tarafından büyük tanınan, büyük sanılan veya büyük gösterilen adamlar, aslında gerçek manada büyük adamlar değillerdir.
Peki, kimdir büyük adam?
Dünyaya, menfaate, şöhrete, mala, paraya, makama ve nefsine esir olmayan, enaniyetten ve kibirden arınmış adamlara büyük adam derler.
Kötülüğü emreden ve nefislerinin esiri olmuş adamlar, makam sahibi olabilirler ama, asla büyük adam olamazlar.
Para ve makam güç vermesine verir de, bu güç, zayıf karakterli insanları kendine esir eder.
Ne hikmetse, kendilerine üç tane koyun bile teslim edilemeyecek bazı kimseler, birilerinin inayetiyle bir yerlere gelince, "Ben neymişim" havasına kapılıyor, "Ben yoksam gerisi tufan" düşüncesinin esiri oluveriyorlar.
Oysa ki, hiç bir makam kadıya mülk değildir.
Öte yandan, yeni bir makama atananların, kişisel hırs ve intikam duygularını bir kenara bırakmaları gerekir. Çünkü hiçbir makam, ihtirasların tatmin edileceği ve intikamların alınacağı yer değildir. Kibirli ve enaniyetli insanların işgal ettiği makamlar, zulüm ateşinin yandığı yerlerdir. Bu da kul hakkına tecavüzden başka bir manaya gelmez.
Bilirsiniz, belli makamlara atanan ya da seçilen her kamu görevlisi için, göreve başladıklarında kanunen mal beyanında bulunma zorunluluğu bulunmaktadır. Söz konusu beyan, belli periyotlarla da tekrarlanır. Bu suretle, kişinin mali durumunda ortaya çıkan önemli değişimler tespit edilmiş olur.
Tıpkı bu mal beyanında olduğu gibi, belli makamlara atanan kişilerin, zaman zaman kendi dostlarına ilişkin bir muhasebe yapmasında büyük faydalar bulunmaktadır. Makam sahipleri, "Acaba dostlarımda bir değişiklik oldu mu, olduysa ne manada oldu" diye bir özdeğerlendirme yapmış olsalar, acaba bunlardan kaç tanesi sınıfı geçebilecektir?
Pek tabidir ki, bir makama atanan şahsın kazanması gereken şey, dosttan ziyade gönüldür. Fakat, gönülleri kazanamadığı gibi, yanındaki dostlarını da kaybetmiş olanların vay hallerine...
Şurası muhakkaktır ki, yola başlarken yanında olanları yolda buldukları ile değiştirenler, yolun sonunda dostsuz kalmaya mahkumdurlar. Ne yazık ki, makamın verdiği güç ve kibirden kaynaklanan bu hastalığa tutulmayanların sayısı pek azdır.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) mübarek sözlerinin birinde şöyle buyurmaktadır:
“Size en zelil kimseyi söyleyeyim mi?
Kendine dost aramayandır.
Daha da zelilini söyleyeyim mi?
Dostu olduğu halde, onun kıymetini bilmeyip kaybedendir.”
Kudüs fatihi Selahattin-i Eyyubi'ye ait şu söz ise ne kadar manidardır:
"Dostlarıyla uğraşanlar, hasımlarını yenemezler"
Makam ve mevkisini kötü amaçla kullanmaya başlayanlar, "kaybedenler" sınıfına çoktan girmiş olanlardır. Makamın getirdiği gücü kullanarak kalp kıranlar ve ölçüyü kaçıranlar, muhakkak ki ebedi hayatlarını da tehlikeye atmışlardır
Alman filozof ve bilim adamı Friedrich Nietzsche der ki;
"Vicdanlı ve dürüst olmak, hesaplı olmaktan iyidir. Hesap insanı makam sahibi yapar da, vicdan daha önemli bir işe yarar; insanı insan yapar."
Hiçbir kimsenin, işgal ettiği makamı ebediyyen kalıcı görüp, idaresi altındaki kurum, kuruluş, şirket ve hatta ülkeleri, çiftlik gibi kullanma hakkı olamaz ve olmamalıdır.
Kimseyi tepeden bakmayıp, aşağılamayıp ve itibarsızlaştırmayıp, idaresi altındakilerin hayır duasını almak varken, onların beddualarını almanın acizllik, cehalet ve zalimlikten başka ne manası olabilir...
Güç ve kuvvetlerini "adalet ve insaf" ölçüsü içerisinde kullanmayanlara yazıklar olsun!
Son söz;
"Makamlar insanlara değil, insanlar makamlara şeref kazandırır." (La Edri)
Esen Kalın...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.