Takip Et
  • 1 Kasım 2018, Perşembe

ANDIMIZ ÜZERİNE BİRKAÇ TAHLİL...

Değerli Okurlarım,

Hiç şüphesiz ki geçen iki haftanın en önemli gündem maddelerinden biri, Danıştay 8. Dairesinin "Andımız"la ilgili almış olduğu karardı. Konu ile ilgili birçok spekülatif açıklama ve yorumun yapıldığını görünce, bu haftaki yazımda, Danıştay'ın malum kararı ile ilgili bazı tahliller yapmak ihtiyacı duydum.

Konunun derinlerine inmeden önce, Danıştay'ın son kararına kadar olan süreci özetlemekte fayda olduğunu düşünüyorum:

Bilindiği üzere Milli Eğitim Bakanlığı, 8 Ekim 2013 tarihinde İlköğretim Kurumları Yönetmeliğinde bir değişiklik yaparak Andımızı kaldırmıştı. Bunun üzerine Türk Eğitim-Sen, Bakanlığın yapmış olduğu değişikliğin iptali için Danıştay'da bir dava açmış ve Danıştay'ın 24 Nisan 2018 tarihinde aldığı bir kararla da Andımızın tekrar okullarımızda okutulmasına karar verilmiştir. Ancak her ne hikmetse, Nisan ayında alınan bu karar, davacı Türk Eğitim-Sen'e Danıştay tarafından, tam altı ay sonra, 18 Ekim 2018'de tebliğ edilmiştir. Öte yandan, Danıştay 8. Dairesi verdiği kararda, temyiz yolunun açık olduğunu da belirtmiştir.

Bu karar üzerine siyasilerden ve kamuoyundan pek çok yorum ve açıklama yapılmış ve Milli Eğitim Bakanlığı da yaptığı açıklamayla, "hukuki süreç devam ediyor" diyerek Andımızı okullarda okutmamak için direnme kararlılığında olduğu mesajını vermiştir.

Değerli Okurlarım,

Konu ile ilgili özellikle iki hususa dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Bunlardan birincisi, andımızla ilgili polemiklerin yersiz ve zamansız olduğu; ikincisi ise, Andımızın okullarda her gün dersler başlamadan önce zorunlu olarak okutulmasının anlamsızlığı.

Herkesçe malumdur ki, andımızla ilgili olarak yapılan eleştirilerin odak noktası, içerisinde yer alan Türklüğe ait söylemlerdir. Bazı kesimlerce bu söylemler, ırkçı bir yaklaşımın ifadesi olarak algılanmakta ve böylesi söylemlerin ancak faşist yönetimler tarafından dikte edilebileceği ifade edilmektedir. Bu görüştekilere göre, Türkiye gibi çok farklı etnik sınıftan insanı barındıran bir ülkede, Türk ırkından olmayanlara zorla "Türküm, doğruyum, çalışkanım" dedirtmek, zulümden başka bir şey değildir. Onlara göre Andımız, "Türk ırkından olanlar doğru, çalışkan, diğerleri değil" demektedir.

 

Bence olaya bu açıdan bakmak cehaletten başka bir şey değildir. Çünkü, Andımızda yer alan "Türk" kelimesi bir ırkın değil, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan dili, ırkı, rengi, cinsiyeti, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini, mezhebi ne olursa olsun tüm vatandaşların bir araya gelerek oluşturdukları ve herkesi kapsayan ve kucaklayan milletin ortak adıdır. Nitekim Anayasamızın 66. Maddesinde bu hususa ilişkin olarak, Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin herhangi bir ayrıma tabi tutulmaksızın Türk olduğu belirtilmiştir.

Andımızla ilgili olarak eleştiride bulunanların unuttukları ya da görmezden geldikleri nokta, işte bu noktadır. Aslında andımıza karşı gelenler, dolaylı olarak Anayasanın bahse konu 66. Maddesine karşı gelmiş olmaktadırlar.

Peki, Anayasanın söz konusu maddesinin ihdasına sebep olan gerekçeler nelerdir? Gelin hep birlikte bir de buna bakalım:

Bu madde ilk olarak 1924 Anayasası'nda kendine yer bulmuştur. O yüzden şimdiki düşünce algısını değil, o zamankini irdelemek lazım gelir.

Cumhuriyet kurulurken temel amaç, bir ulusun inşası idi. Bu nedenle de ülke sınırları içerisinde yüksek nüfuslu azınlık bulunmaması gerekiyordu. Türk-Yunan nüfus mübadelesi işte bu gereklilik göz önüne alınarak gerçekleştirilmiş ve yaklaşık bir milyon Rum Yunanistan'a gönderilmiştir. Bir diğer azınlık grup olan Ermeniler ise, zaten Birinci Dünya Savaşından önce Anadolu'dan çıkartılmış, Kurtuluş Savaşı sonrası azınlık olarak geriye sadece Kürtler kalmıştır.

Kürtlere kurtuluş savaşı sırasında, aynı gereklilik nedeniyle özerklik verilmesi gündeme gelmiş, ama savaşın bitimi ile birlikte bu düşünceden vazgeçilmiştir. Buna sebep, muhtemelen bulundukları bölge de nazara alınarak, Kürt nüfusunun gözardı edilebilir değerde bulunmasıdır. Ya da, savaş neticesinde elinde sadece küçücük bir Anadolu toprağı kalmış devletin, daha fazla toprak kaybetmesi istenmemiş olabilir.

Sonuç olarak, başka bir çözüm arayışına gidilmiş, "Türkiye'deki herkese Türk denir" ibaresi anayasaya yerleştirilerek, azınlıklar sisteme dahil edilmeye çalışılmıştır.  Ne var ki, daha Cumhuriyetin ilk dönemindeki isyanlar, bu politikanın iflasını beraberinde getirmiştir.

Andımıza karşı gelenlerin, bu gerçekliği bilerek hareket etmelerinin daha akılcı ve çözüme yönelik bir davranış biçimi olacağı kanaatindeyim.

Sevgili Dostlarım,

Andımıza yönelik olumsuz eleştirilerden en mantıklı olanı, andımızın okullarda her gün mecburi olarak okutulmasıdır. Bu konuyla ilgili olarak fikrimi ifade etmeden önce, bizzat başımdan geçen bir hadiseyi size nakletmek istiyorum:

1994 yılında uluslararası bir toplantı için Sofya'da iken, yemeklerden birinde İsveçli bir meslektaşımla aynı masaya düştük. Sohbet esnasında bana ilginç bir soru sordu:

- Türkiye'de çocuklar sabahları okul önlerinde hala, "I'm a Turk, I'm righteous, I'm hard working... (Türküm, doğruyum, çalışkanım...)" diye bağırıyorlar mı?

"Evet" diye karşılık verince, bir anısını anlattı.

Yıllar önce bir kış mevsiminde bir vesileyle Türkiye'ye geldiğinde, ziyaret ettiği doğu illerimizin birinde kaldığı otelin karşısındaki okulda, her sabah çocukların olanca sesleriyle bağırarak bir şey okuduklarına şahit olmuş. Soğuktan tir tir titreyen bu çocukların hep bir ağızdan ne söylediklerini merak edip sorunca da, çocukların andımızı okuduklarını ve bunu yaz kış demeden her gün mutlaka tekrarladıklarını öğrenmiş.

Bu olayın kendisine çok komik geldiğini bana anlattığında ne diyeceğimi bilememiştim. Çünkü aynı yıllarda, yabancı bir tv kanalında yayınlanan "Dünyanın en garip olayları" programında, Türk çocuklarının okullarda her sabah hep bir ağızdan Andımızı okuması da yer almaktaydı.

Biraz kafa yorunca, İsveçlinin söylediklerine hak vermiştim. Çünkü, bir milletin çocuklarına doğruluk, çalışkanlık ve millet olma bilincini öğretmesinin yolu bu olmamalıydı. Yoksa, yıllarca Andımızı okuyan hiçbir çocuğun hırsızlık, yalancılık, tembellik gibi vasıflara sahip olmaması gerekirdi. Oysa ki toplumumuz maalesef bu tip davranışlara sahip insanlarla dolu. Demek ki, erdemli davranışların öğretilmesinde Andımızın her sabah okullarda okutulmasının rolü pek fazla olmamış. Oysa ki çocuklarımıza doğruluk, çalışkanlık, büyüklere saygı ve küçüklere sevgi gibi erdemli davranışları söylemlerle değil, ancak örnek davranışlarımızla daha iyi öğretebiliriz.

Son söz:

Her Devlet varlığının devamı için gereken önlemleri almak, fakat, bunu yaparken ülkedeki her ferdin hak ve hukukunu da gözetmek zorundadır.

Anayasamıza göre Türklük üst bir kimliktir ve Türkiye'ye vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür; tıpkı Madagaskar asıllı bir Fransız vatandaşının Fransız, Jamaika asıllı bir Amerikan vatandaşının da Amerikan olduğu gibi.

Esen Kalın Sevgili Okurlarım... 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.