Xlll. yüzyılın başlarında Anadolu'da artık teşekkül etmiş bir devletin bulunuşu Orta-Doğu ticaretine yeni bir unsur katar. Gerçekten yukarı Orta-Çağda Bizanslılar ile Sasaniler arasında vuku bulan rekabet ve mücadeleler Uzak-Doğu ve Orta-Asya ticaret yolunun Anadolu'dan geçmesine engel olmuştur. İslam-Bizans savaşları da aynı durumun devamına sebep olmuştur. Arkasından Haçlı Seferleri Batı'nın Doğu'yu yakından tanımasına ve ilgisine rağmen Anadolu için tahripkâr bir sonuç vermiştir. Böylece önce fetihler, sonra Haçlı Seferleri ve iç mücadeleler Türkiye'nin bir yüzyıl boyunca, yani 1071 Malazgirt zaferinden sonra yine Bizans’a karşı II76'da kazanılan Myriokefalon zaferi arasındaki devrede ticari yönden faaliyetleri, sınırlı kalmıştır. Haçlı Seferleri sonucunda Batı ile Doğu arasında ticari ve iktisadi münasebetlerin gelişmesi Batı'yı Doğu'ya bağlayan en kestirme yol üzerinde bulunan Anadolu’nun değerini ister istemez artırmıştı. Şu halde Anadolu, Batı'dan Doğu'ya, Güney'den Kuzey'e uzanan kervan yolları üzerinde çok mühim bir köprü durumunda idi. Bu köprüden, transit ticareti bakımından, faydalanmak gerekirdi. Ancak, Batı'dan Doğu'ya ve Güney'den Kuzey'e giden yolların nihayet bulduğu sahiller Selçuklu Türklerinin elinde değildi. Devletin Anadolu transit ticaretinin tam olarak faydalanabilmesi için, sahillerin de Türk hâkimiyetine geçmesi gerekirdi. Sahillere hâkim olan yabancılarla yapılan ticari anlaşmalar, siyasi münasebetler bozulduğu zaman, işlemiyordu ve kervanlar yollarda yığılıp kalıyordu (25).
Selçukluların 1207’de Antalya’yı ele geçirmeleri ile denizlere ulaşmış olmaları Venedik ve Kıbrıs ile ticaretin yollarını açmıştı.
1213 ve 1214 yıllarında Kıbrıs Kralına gönderdiği mektuplarla, Anadolu ve Kıbrıs arasında ticari münasebetlerin gelişmesini sağlayan anlaşmalar yaptı. Bu anlaşmalara göre, Antalya'nın Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından 1207 yılında fethedilmesinden sonra yapılan anlaşmanın ve kurulan dostluğun yürürlükte olduğu, her iki taraf tacirlerinin birbirlerinin ülkelerine serbestçe girip çıkacakları kabul ediliyor; ayrıca, korsanların hücumlarına uğrayan tüccarlara sığınma hakkı tanınması ve ölen tüccara ait malların mensup olduğu devlete geri verilmesi karşılıklı olarak taahhüt ediliyordu. Böylece yalnız Kıbrıs ile değil, Avrupa ticaretine de bir konak vazifesi gören bu ada vasıtasıyla Avrupalılarla da ticari ilişkiler düzene konmuş oluyordu. Bununla yetinmeyen sultan I. İzzeddin Keykavus biraz sonra üzerinde duracağımız gibi, Venediklilerle de aynı maksatla ve benzer şartlarla bir ticaret anlaşması yaptı (26).
Böylece denizlere açılan Türkler, yabancıların limanlarına ticaret için gelmelerine müsaade etmişlerdir. Keyhüsrev Antalya fethini müteakip Kıbrıslılarla bir ticaret anlaşması akdederken, diğer taraftan aynı maksada Venediklilere de Türkiye'de ticaret yapabilmeleri için bir ferman vermiştir. Oğlu İzzeddin Keykavus da ikinci bir fermanla bunu teyit etmiştir. Her iki ferman da Venediklilere Türkiye'de ticaret serbestisi vermekte, onların bu ülkede seyahat ve ticaret yaparken himaye edileceklerini ifade etmekte ve emtialarından % 2'den fazla gümrük resmi alınmayacağı hükmü taşımaktadır (27).
Başta Selçuklular ve Beylikler olmak üzere Türk devletlerinde sistematik bir vergi düzeni bulunmadığı gerçektir. Türk devletlerinin vergi sistemleri İslam fıkıhını kaynak almaktadır. Ceneviz, Venedik, Kıbrıs ile yapılan ticaretler ve bu ticari anlaşmalarda uygulanan gümrük vergilerinin uzantısı olarak tarımsal vergilerin düzenlediğini de düşünmek gerekir.
Selçuklu ekonomisi denilince akla şu temel unsurlar gelir: Tarım, hayvancılık, ticaret ve sanayi. Orta Asya Türk sosyal hayatında göçebe bir hayat tarzı sürerken zamanla Türkler yerleşik hayata da geçmişler ve Selçuklu çağına gelindiğinde artık yerleşik hayatın sahip olduğu unsurlar Selçuklu toplumunda bulunmaktaydı. Uygurlardan itibaren bu unsurları görmek mümkündür.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.