Takip Et

KLASİK DÖNEMDE OSMANLI DEVLETİNİN TARIM POLİTİKALARI

Osmanlı toprak düzeni Balkanlar ve Anadolu’da devletin askerî ve malî ihtiyaçlarını karşılamak amacı ile üretim şekli ve mülkiyet düzenlemelerini içermektedir. Ancak tarım ile ilgili düzenlemeler tek laşıpta toplanmış olmayıp farklı üretim ilişkileri bulunmaktaydı.

 

15. ve 16. yüzyıllara ait tahrir defterlerinde köylünün iktâ reâyası, vakıf reâyası ve mülk reâyası olarak tasarruf ettiği toprağın durumuna göre çeşitli isimler taşıması toprak üzerinde farklı üretim ilişkilerinin yürürlükte olduğunu göstermektedir (1).

 

Osmanlıların farklı yerlerde, farklı tarihî şartlar altında fethettiği topraklarda örfî hukuka dayanarak hâkimiyetini kurmak isteyen merkezî devletle var olan yapıları korumak isteyen yerel güçler arasındaki mücadeleler ve dengeler neticesinde ortaya çıkmıştı (2).

 

Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ve ilk hükümdarlar döneminde maslahât-ı amme yani kamu yararının öne çıkarılması kuralına dayanarak fetihlere katılan kumandanlarla, fethedilen yerlerin iskânı, devletin maddî ve manevî kuvvetlenmesi için katkısı büyük olan ahî, şeyh ve dervişlere fethedilen topraklarda geniş imtiyaz ve muafiyetlerle toprak temlikleri yapılmıştı (3).

 

Mirî Arazi, rakabesi (çıplak mülkiyeti) devlete ait olan, tasarruf, intikal ve muameleleri kendilerine arazi tevcihi yapılan ve sahib-i arz (sipahi, zâim) denilen kişiler tarafından yürütülen, tasarruf hakkı belirli bir bedel karşılığında köylüye tefviz edilen, köylünün ekip-biçtiği ve elde ettiği üründen vergi ödediği topraklardır. Araziyi boş bırakmayarak ekip-biçen ve yasal mükellefiyetlerini yerine getiren reâya ölene kadar bu araziler üzerinde tasarruf edebilirdi. Mirî araziler satılamaz, haciz edilemez, ipotek, vakıf veya hibe edilemez ve miras bırakılması konusunda sınırlamalar olması nedeni ile şer’î miras hukukundan farklılık gösterirler (4).

 

II. Mehmed tımar düzenini geliştirmek için kanunlar düzenletti ve bu dönemde İstanbul’daki dirlik defterlerine sadece sipahilerin isimleri değil, dirlik gelirleri ve beratların bir kopyası da kayıt edilmeye başlandı. II. Mehmed, saltanatı sırasında Anadolu ve Rumeli’de 20 binden fazla köy ve mezrayı kapsayan mülk ve vakıfları lağvederek topraklarını mirî arazi hâline getirdi ve tımar olarak dağıttı. Ancak giriştiği mirîleştirme faaliyeti 1481’de ölümü ile sona erdi (5).

 

Tımar düzeni, I. Süleyman (1520–1566) döneminde gelişmesinin ve teşkilatlanmasının en ileri noktasına ulaştı. I. Süleyman, “toprak ifrazı” yaptırarak raiyyet çiftliklerinin dönüm fazlalarını tespit ettirerek, köylünün ödediği “çift resmi” miktarını artırdı. Yine onun saltanatı döneminde mirî arazi ve tımar düzenine ilişkin hukuk sistemleştirildi ve geleneksel toprak düzeninin temelini oluşturan örfî arazi hukuku uygulamaları Şeyhülislâm Ebussuud Efendi tarafından şer’î hukukun kapsamına alındı (6).

 

“Para ekonomisinin yeteri derecede gelişmemiş, büyük bir kısmı aynen mahsul olarak toplanmakta olan vergi gelirlerinin nakli, paraya çevrilmesi, merkezî bir devlet hazinesi hâlinde toplanarak oradan dağıtılması ve bu dağıtılacak maaşlarla vazife sahiplerinin bulundukları yerlerde geçimlerinin temini gibi işlerin güçlüğü karşısında veya askerî ve siyasî diğer sebeplerle Doğu’da ve Batı’da muhtelif çağlarda türlü şekillerde uygulanmış olan benzeri usuller, Osmanlı İmparatorluğu’nda da tımarlı sipahi denilen bir süvari ordusunun teşkilatlanmasında yüzyıllar boyu başarı ile kullanıldı” (7).

 

Tımar sistemi sayesinde topraklar, sipahi tarafından düzenli olarak denetleniyor, tarlaların ekimi, hasadı ve nadasa bırakılması takip ediliyordu. Reâyâ, araziyi ekip-biçmek ve elde edilen ürünün veya gelirin bir kısmını vergi olarak devlete ödemekle mükellefti. Reâyanın devlete ödemesi gereken bu vergi gelirleri devlet tarafından tımar sahiplerine ödenmekteydi.

 

Tarım arazileri, tarım ürünleri ve hayvancılıktan alınan vergiler,Osmanlı kanunlarında açıkça belirtilmiş olan, köylüler tarafından binlerce yıldır bilinen ve kabul gören bir tarihte, ürünlerin hasad zamanı gibi vergiyi doğuran olayın meydana geldiği ya da ona en yakın bir zamanda veya vergiyi doğuran hukukî bir işlemin yapıldığı, bir hizmetten yararlanıldığı zaman tahsil edilirdi. Vergi miktarları da halkın bildiği ve kullandığı değerler ve ölçü birimleriyle hesaplanırdı. Bundan dolayı tarım kesiminden alınan vergiler, hem “belirlilik” hem de “uygunluk” ilkelerine uygun düşmektedir.

 

16. yüzyılın ikinci yarısında tüm Akdeniz bölgesinde ortaya çıkan nüfus patlamasının yol açtığı ekonomik ve toplumsal sıkıntıların ortaya çıkmasına kadar, çalışmada incelediğimiz dönemde Avrupa’dakinin tersine vergilerden kaynaklanan halk hareketleri ve köylü ayaklanmalarının sık görülmemesi, Osmanlı vergi sisteminin, binlerce yıllık Yakındoğu imparatorluk ve vergileme geleneklerinden süzülüp gelen ve işinin ehli olan Osmanlı maliye bürokrasisi tarafından çok iyi düzenlendiğini göstermektedir (8).

 

 

(1):Barkan Timar”, İA, C. XI,1974, s 292-293.

(2): Pamuk, Osmanlı Türkiye İktisadî Tarihi 1500-1914,2005 s50.

(3): Barkan, “Türk İslam Toprak Hukuku Tatbikatının Osmanlı İmparatorluğu’nda Aldığı Şekiller. I. Malikâne-Divanî Sistemi”, THİTM, C. II.1939:119;

(4):Barkan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Kuruluş Devrinin Toprak Meseleleri”, II. Türk Tarih Kongresi. İstanbul 20-25 Eylül 1937 s 296-297.

(5): Halil İnalcık, “Mehmed II”, İA, C:7, s. 506-535.

(6):Aydın, Osmanlı Devleti’nde Hukuk ve Adalet, İstanbul,2014 s 139.

(7):Barkan, “Feodal Düzen ve Osmanlı Timarı”1975 s 2.

(8): Sadık Müfit Bilge, OSMANLI KLASİK ÇAĞI’NDA (1300-1600) TARIMIN VERGİLENDİRİLMESİ VE VERGİLEME İLKELERİ BAKIMINDAN İNCELENMESİ. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.