Takip Et

TARIM TARİHİNDEN:OSMANLI DEVLETİ’NDE TARIMA KISA BİR BAKIŞ

Türkler, Orta Asya da iken daha çok avcılık ve hayvancılıkla uğraşır, tarla tarımını ve bitkisel üretim tekniklerini çok az bilirlerdi. Bunda tabii ki iklimin etkisi olduğu gibi, İslamiyet öncesi Türklerin tarihinde savaşın önemli bir yer tutmasının da önemli bir payı vardı. Ne var ki Anadolu’ya göçün ardından, yeni ülkenin birçok bölgesinde tarla tarımına uygun toprakların bulunması, kendilerinden önce bu topraklarda bulunan yerli halkların bazılarının tarla tarımı ile uğraşmakta olmaları, kültürel ilişki yanında ekonomik ilişkilerin doğması, yerli halkların zaman içinde batıya doğru göç etmeleri, göçerliğin bazen zorunlu iskânlar ve bazen de gönüllü olarak terk edilerek yerleşikliğe geçilmesi, Anadolu’da başta hububat olmak üzere, Türklerin tarla tarımına yönelmelerine yol açtı.

XIX. yüzyılda, Osmanlı’nın çiftliklerden ve vakıf arazilerinden oluşan verimli ve geniş topraklarının çok az bir bölümünde tarım yapılmasına rağmen devletin ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayanmaktaydı. Tarıma ve hayvancılığa dayanan bu ekonomi devletin ilk kuruluş yıllarında ekonomik bir özellik olarak tarihi gelişim içinde yerini almıştı. Halkın önemli bir kısmı köylerde ve şehirlerin çevresinde geçimini tarımdan sağlamakta olduğu gibi hazine gelirlerinin büyük kısmı da tarımsal ürünlerden ve hayvancılıktan alınan vergilerden oluşmaktaydı. Dolayısıyla devletin ihracatını da yine bu ürünler teşkil etmekteydi.

Devlet de düzenli ve çeşitli üretimin yapılabilmesi için değişik tedbirler yanında zorunlu iskânlar gibi zorlayıcı tedbirlere de başvurmaktaydı.

Her ne kadar Anadolu ve Rumeli’de meyve ve sebze üretimi yaygın olsa da Osmanlı toprak sisteminin diğer tarımsal üretimlerden daha çok tarla üretim esasına göre, daha ayrıntılı kurallar içermesi, tarla tarımına verilen önemi göstermektedir. Türk insanının ana gıda maddesinin unlu gıdalar olması tarla tarımının daha hızlı gelişmesine neden olmuştur. Ne var ki tarımda verim artırıcı gelişmelere ancak 19.yüzyılın ikinci yarısında rastlamaya başlıyoruz.

Tarlalar verimlilik ve gelir getirip getirmeme durumuna göre mezru ve gayr-i mezru olarak iki sınıfa ayrılmıştır.

Defterlerde en çok hububat ekilen mezru (ekilmekte olan) tarlalara rastlamaktadır. Hububat ekmeyen haneler fiğ, darı ve tütün veya benzeri ürünlerden birini ekmişse de o tarlaya da mezru tarla denilmektedir. Hanenin ortak tarım yaptığı araziden başka ekili bir arazisi yoksa ortak tarım arazisi de mezru tarla olarak adlandırılmaktadır. Kayıtlara göre ekili tarlaların tamamı da mezru arazi kabul edilmektedir. Ancak kayıtların kolay hesaplanması, hangi ürünün ne kadar araziden ne kadar gelir getirdiğinin belirlenmesi için yapılmış olma ihtimalini düşünmek gerekmektedir.

Gayri mezru tarlalar ise gelir getirmeyen, nadasa bırakılmış veya başka nedenlerle ekilip biçilmeyen arazilerdir. Genellikle yıllık hâsılaları olmamasına rağmen bazı temettüat defterlerinde gayri mezru tarlalara vergi tahakkuk ettirilmiştir.

Bir dönüm altında, evlek olarak adlandırdığımız, her bir evleğin yaklaşık 250 metre kare olan iki tarla bulunmaktadır. Tarlaların değerlerini ele aldığımızda tarlanın küçüldükçe değerinin de arttığını görmekteyiz. Evlek ölçüsündeki tarlaların birim değerleri 40 Guruşa kadar çıkarken, 1-5 dekar arası büyüklükteki parsellerin iki istisna dışında 15-20 Guruşa tekabül ettiğini görmekteyiz. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.