Takip Et

OSMANLI TARIMINDA GELİRLER

Temettüat defterinde vergi mükelleflerinin gelir miktarları ve yıllık toplamları ayrı ayrı belirtilmiştir. Köyün gelirleri tarım, hayvancılık, emek-yoğun ve meslek ve sanatkârlar diye gruplandırılabilir.

Tarım geliri; ekili (tarla) tarım alanlarını, ekili olan veya olmayan tarım arazilerinden sağlanan gelirleri, orman ürünlerinden (palamut gibi) elde edilen kazançları, tarla icarlarını, ortaklık gelirlerini kapsamaktadır.

Hayvancılık geliri; sağmal inek, sağmal koyun, yoz koyun, sağmal keçi, yoz keçi olarak, gelir getirmeyen hayvanlar ise merkep, katır, Bargir (beygir) ve arı kovanından elde edilen gelirleri kapsamaktadır.

Yoğun-emek gelirleri kol ve beden gücünün öne çıktığı hizmetkârlık, çobanlık, odunculuk, gündelikçilik gelirleri kapsamaktadır.

Meslek ve sanatkârlık ile ilgili gelirler hane reislerinin veya yakınlarının sahibi olduğu esnaflık veya sanattan elde ettiği gelirleri içermektedir. Selcen’i diğer beldelerden ayıran en önemli özellik üretim fazlası ürünlerin “yolculuk” adı altında ve başkaca ticaret biçimleri şeklinde karşımıza çıkmasıdır. Çalışmamızda yolculuk, kavramını “tüccar” olarak olarak nitelendirmekteyiz.

Bunun yanında 7806 As 1-33 numaralı Temettüat Defteri’nde küçük esnaf olarak niteleyebileceğimiz demirci, çizmeci, fırıncı gibi meslek dalları ve sanatkârların gelirleri gelirleri de “ticaret” olarak belirtilmiştir. Ayrıca ne çeşit bir ticaret yaptığı belirtilmeyenler için de “ticaret-i ahradan” veya “ticaret-i aherden” şeklinde açıklama yapılmış, ticarette gelir getiren malın cinsi belirtilmemiştir.

Selcen’de hiç şüphesiz en çok kazanç sağlanan faaliyet tarımdır.

Osmanlıdagelir dağılımının kısmen adaletli olduğu ve sermaye birikimine imkân sağlayacak bir şekilde dağılmadığı sonucuna ulaşmak mümkündür. Üst gelir gurubu çok az olduğundan, nüfusun yoğunluğu orta ve alt gelir gurubunda toplanmıştır. Bu durum, köyün kendi içindeki gelir dağılımının nispeten adaletli (bugünün üst orta gelir grubunu temsil eden ülkelerdeki dağılıma yakın) olmasının yanında genel olarak bakıldığında köylülerin %80’inin geçimlik bir gelire sahip olduğunu da göstermektedir. Devletin gelir dağılımında adaletli olma kaygısını vergi öncesi ve sonrasında hesaplanan gini katsayılarına bakarak saptamak imkânı vardır (118).

Oysa köylünün ziraî ürününden alınan aşar vergisi ve küçükbaş hayvanlardan 1/20 oranında alınan ağnam vergisi (büyükbaş hayvanlardan vergi alınmıyordu) her hanenin gelirinden düşüldükten sonra hesaplanan gini katsayısı 0,27 olarak bulunmaktadır. Bu katsayı bir Osmanlı köyünde bugünün en gelişmiş ülkelerindeki gelirin dağılımından daha adaletli bir dağılım olduğunu göstermektedir. İlginç olan nokta, devletin gelir üzerine aşar ve ağnam vergilerine ek olarak koyduğu vergi-i mahsusa eklenerek elde edilen toplam verginin brüt gelirden çıkarılması suretiyle elde edilen kullanılabilir gelir üzerinden hesaplanan gini katsayısının tekrar 0,46’lara yükselmesidir. Katsayılardaki bu değişme bizi önemli sonuçlara götürmektedir. İlk sonuç, devletin sermaye gelirinden aldığı vergiyi, yüksek sermaye (toprak ve hayvan) sahibi gruplar üzerinde bir vergi baskısı oluşturmayı amaçlayacak biçimde aldığını göstermektedir ki; bu durum, bu vergi politikasının klasik dönem zihnî esaslarından, sermayenin belirli ellerde toplanmasının önlenmesi ilkesi ile uyumlu olduğunu düşündürmektedir. Oysa devletin gelirlere endeksli olarak (kardeşçe ve komşuca) tarh ve tahsil ettiği vergi-i mahsusa, gelir dağılımında adaleti tesis etme kaygısı gütmediği gibi, aşar ve ağnam vergilerinin adalet yönündeki baskısını ters tarafa, adaletsizliğe doğru asılmaktadır. Devlet, sermaye büyüklüğü ile doğru orantılı bir ilişki içinde olma ihtimali güçlü olan gelirlerden vergileri alırken adalet kaygısı gözetmekte, sermaye sahiplerinin bu gelirlerini törpülemektedir

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.