Takip Et

JEOTERMAL DE SAVCILLI ÖNCESİ VE SONRASI-2

Dünkü yazımızda Türkiye’nin enerji sorunu ve bu sorunun temelinde yatan başlıca nedenin enerji ihtiyacı ve bu ihtiyacın milli kaynaklardan karşılanma gerekliliğinin yattığını belirtmiştik. Aydın’da ise neredeyse kangren haline gelmekte olan sorunun temelinde ise devlet ve jeotermal alanlarda imtiyaz sahibi şirketlerin halkı dinlememesinin oluşturduğunu açıklamaya çalıştık.

Cumhuriyet öncesinde başlayan termik santraların çevre kirliliğine neden olması, tek kaynağa bağlı olmadan üretim yapma isteği 1957 yılı sonrasında devleti HES’leri inşa etmeye bu kaynaktan enerji üretimine yöneltmeye başladı.

Doğalgaz alımı ise devlet açısından pamuk ipliğine bağlı bir ticaret çeşidi. Rusya’nın, geçtiğimiz kış mevsiminde Ukrayna ile arası gerginleşince ,doğal gazı sadece azaltması sonucu ortaya çıkan tabloyu daha unutmadık.

Son günlerde Rus uçaklarının Suriye sınırlarından, sınırlarımız ihlal etmesinde ve bizim yeterli ve caydırıcı tepkiyi vermememizde Rusya’nın hala süper güç olması, Rusya’da yüzlerce müteahhidin inşaat üstlenmiş olmasının yanı sıra, Rusya’ya doğal gaz alımı bakımından bağlı olmamız da yatmaktadır. İran da ha keza her an politik ilişkilerimizin bozulma ihtimali olan ve doğal gazını ithal ettiğimiz bir diğer ülke.

Termik santraların-ne hikmetse- ne kadar önlem alınırsa alınsın çevre kirliliğine yol açması kaçınılmaz, linyit rezervlerinin ise on yıllarla sınırlı olması, başka milli kaynaklara yönelmemize neden olmuştur.

Artık dünyanın pek çok ülkesi yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmekte. En ucuz ve zararsız olarak güneş enerjisi görünmekte. Ülkemizde güneşlenme süresi çok uzun olan Hakkâri-Karaman-İzmir hattında bu tesislerin kurulması için hala pek çok alan bulunmakta. Özellikle Güneydoğu ve Orta Anadolu bölgelerinde.

Rüzgâr enerjisinin,-bal arılarının yaşamlarını etkilediği iddia edilmekte ise de- doğaya etkisi hakkında elimizde bilimsel veriler bulunmamakta.

Son birkaç yüzyılda, her alanda olduğu gibi jeotermal enerji üretiminde de dünyanın çok gerisinden geldik. Dünya’da ilk olarak 1833 yılında Paolo Savi tarafından İtalya'daki Larderello Bölgesi'nin altındaki jeotermal rezervuarın yayılımı araştırıldı.

1841 yıllında ise Larderello'da yeni teknikler kullanılarak jeotermal kuyularının açılmasına başlandı. 1904’te Larderello’da jeotermal buhardan ilk elektrik üretimi sağlandı.

Bizde ise ilk jeotermal sondaj kuyusu 1963 yılında Balçova, İzmir'de açıldı.

Türkiye'de Buharkent, Kızıldere’de jeotermal alanının keşfedilmesiyle elektrik üretimi amaçlı ilk jeotermal kuyunun inşaatına 1968 yılında başlandı.

Gelelim bize… Aydın’a…

2007 yılında TBMM’de kabul edilen ve yürürlüğe giren 5686 sayılı JEOTERMAL KAYNAKLAR VE DOĞAL MİNERALLİ SULAR KANUNU yürürlüğe girinceye kadar Aydın için böyle bir sorunun varlığı, bazı üniversiteler ve bilim insanları dışında fark edilmedi.

Çünkü ılıca ve kaplıcalar çevre kirletici unsur olarak değerlendirilmemekte, Buharkent/ Kızıldere tek jeotermal kaynak ve alan olarak yer almakta idi.

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.