Takip Et

19.YÜZYILDA OSMANLI DEVLETİ’NDE TARIMIN DÖNÜŞÜMÜ

19 yüzyılın önemli özelliğinin devlet yapısının değişmesi olduğunu belirtmiştik. En büyük değişikliklerden birisi ise mali yapıda meydana geldi.

Tanzimat’la yeni bir teşkilatlanma ve yeni bir mali sistemi ülke düzeyinde uygulamak amaçlanmışsa da, ülkenin bazı uzak bölgelerinde bu yeni sistemin hemen yürürlüğe girmesi mümkün değildi. Tanzimat öncesinde, Osmanlılarda devlet işlerinin görüşüldüğü en üst kuruluş Divan-ı Hümayun idi. Divan, II. Mahmut döneminde kaldırılmıştır. Yerini, bakanlar kurulu sayılabilecek olan Meclis-i Vükela veya Meclis-i Has aldı. Aynı şekilde Divan üyeliklerini oluşturan birimlerin yerini, Meclis-i Vükela üyeleri olarak, Avrupa örneğine göre kurulan nezaretlerin başında bulunan nazırlar aldı. Hariciye Nezareti ve Dahiliye Nezareti gibi Maliye Nezareti de ilk kurulan nezaretler arasındadır. Tanzimat’ın ilk yıllarında 8 muhasebe ve 8 kalem olarak kurulan Maliye Nezareti teşkilatı, bazı küçük değişikliklerle devam etmiştir. Taşra mali idaresinde yapılan ilk ve önemli bir yenilik muhassıl denilen memurlukların kuruluşudur. 1840 yılı başlarında Tanzimat’ın uygulandığı tüm bölgelere muhassıl ünvanıyla yeni memurlar gönderilmiştir. Ancak muhassıllar çok başarılı olamamışlardır. İltizamın kaldırılmasıyla kazanç kapıları kapanan esnaf ve mültezimler ile vergi muafiyetlerinden memnun olmayan kimseler bu duruma yol açmışlardır. Bunun üzerine muhassıllık kaldırılarak, bunların yetki ve görevleri eyalet valilerinin yetkileri genişletilerek mülki idare amirlerine verilmiştir. Bunun üzerine, hesap işlerinin yürütülmesi için gereği kadar kâtip ve her eyalete bir muhasebeci tayin edilmiştir. Ancak 1864 sonrasında eyalet düzeninde yapılan reformlarla vilayetler sancaklara, sancaklar kazalara, kazalar nahiyelere, nahiyeler de köylere ayrılmıştır. Bunun sonucunda da muhasebecilikler kaldırılarak yerini defterdarlar almıştır (64).

Osmanlı ‘nın zor dönemi olan 19.yüzyılda halk kesimleri arasında en çok zorlanan, kırsalda yaşayan çiftçi ve köylülerdir. Bunun da başlıca ve ilk nedeni ürettiği her ürüne devletin vergi adı altında ortak olmasıdır.

Ayrıca19. yüzyıl ekonomisinin diğer bir hususiyeti, Eldem’e göre, sınai ve zirai faaliyetler arasında mevcut dengenin tedricen bozulması olmuştur. Sanayide makineleşme cereyanı, bu faaliyetlerdeki verimi, ananevi usullerden kolay kolay kurtulamayan ziraati geride bırakacak surette artırmıştır. Bu sebepten dolayı, batıda ziraatin tedricen yerini sanayiye terk ettiği ve büyük yatırımların bu sektöre kaydığı görülmektedir. Böylece zirai bölgelerle sanayileşmiş bölgeler arasındaki gelirler muvazenesi bozuluyor, sanayileşmiş ülkelerde refah seviyesi daha büyük bir hızla yükseliyordu (65).

Bunun yanında19. yüzyıl boyunca zirai üretimin artmış olduğu anlaşılıyor. Yeni topraklar ekilmeye başlarken yeni aletler kullanılmış fakat, tarım teknolojisi pek fazla ilerlememişti. Osmanlı’da 19. yüzyıldaki ziraat alanında makineleşmenin Avrupa’daki makineleşme seviyesinin çok altında kalmış olduğu anlaşılıyor. Demir sabanların ve modern aletlerin tarımda kullanılması ancak 1890’lardan sonra mümkün olmuştur. Kullanılan tabii gübrelerin miktarı 19. yüzyıl boyunca değişmemiş, kimyevi gübreler hiç kullanılmamış, verimlilik haddi artmamıştır. Ancak en azından tarımda ihracata yönelik meta üretimi anlayışının geliştiği söylenmelidir. Bir de buna rağmen görülen o ki, ekilebilir alanların çok küçük bir kısmı ekiliyordu (66).

Verginin Türkiye’de tesis tarihi kadar eski olan aşar, bütün aşara tabi arazinin, yani fetih esnasında Müslümanlara verilmiş olan toprakların mahsulleri üzerinden alınmakta idi. Aşar vergisi kanunen her mahsul meydana geldiği sırada vacip olurdu (67). 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.