Takip Et

Osmanlı Klasik Döneminde Tarımsal Vergi çeşitliliği Ve Uygulamaları-2 (ÖŞÜR-ZEKÂT-CİZYE)

Âşar, prensip olarak, tarımsal gelir üzerine salınmış bir tür gelir vergisi olduğu halde, uygulanmış olan tarh ve tahsil yöntemi, verginin niteliğini ve ekonomik etkilerini de değiştirmiştir. Doğrudan devlet eliyle toplandığında âşar, gelir vergisi özelliği taşıdığı halde, mültezimler eliyle toplanmak suretiyle bir dağıtım vergisine dönüşmüştür. Âşar, vergi matrahı olarak gayri safi ürünü kapsamış olduğundan dolayı safi ürüne göre hesaplanan vergi yükü farklı olmaktaydı. Bu vergileme şeklinde girdi fiyatları dikkate alınmadığından, üretim girdisi üzerindeki fiyat artışı, safi ürün üzerindeki vergi yükünü ağırlaştırıyordu (51).

Âşar, iltizam usulünün etkisiyle de halkın üzerinde çok ağır bir yük haline gelmişti. Âşarın ıslah tarihi olarak Tanzimat-ı Hayriye’nin ilan edildiği seneyi kabul etmek gerekir. Bu düzenleme ile âşar vergisi, onda bir olarak standart hale getirilmiştir. Söz konusu verginin, yapılan ıslahatlara rağmen, Tanzimat’tan sonra da iltizam usulüyle toplanmasına devam edilmiştir. Âşarın miktarı artırılmış ve 19. yüzyılın sonlarına doğru gayri safi hasılanın %12’si düzeyine çıkarılmıştır (52).

Tımar sisteminin bozulmasıyla birlikte âşar toplama biçimi de bozulmuştur. Hükümet âşar toplama imtiyazını kaza kaza, hatta sancak sancak ihaleye çıkarırdı. Buna rağmen bu ihaleler iltizamın rekabete açık ve vergi toplama yöntemlerinin de rasyonel ve en düşük maliyetle olmasını sağlamıyordu. İhale ile âşarı alan mültezimler, sonra bunu kısım kısım ikinci derece mültezimlere satmaktaydılar. Böylece, köylülerden toplanan âşarın büyük bir kısmı hazineye gelir olarak gitmeden önce tufeyli (asalak, parazit) aracılar tarafından paylaşılıyordu (53).

Zekât:

Zekât, her Müslümana, tam mülkü olan nisap miktarındaki zekâta tâbi malın, mülk edinilmesinin üzerinden en az bir yıl geçtikten sonra, belirli bir zamanda, belirli bir malın miktarını zekât niyetiyle ayırıp, emredilen yerlere verilmesi hususunda yüklenilmiş bir yükümlülüktür. Zekât, hem bir dînî vecibe hem de mâlî bir vergi çeşididir. Zekât yükümlüsü Müslüman, tam ehliyetli ve hür olmalıdır. Zekâtın kimlere verileceği bizzat Kur’an-ı Kerim tarafından belirtilmiştir (Tevbe, 104/60). Bunlar; fakirler, zekât tahsildarları, kalpleri İslamiyet’e ısındırılacak kimseler, mükâteb köleler, borçlular, cihat ve hac yolunda olanlar, yurdundan uzak düşmüş muhtaçlardır. Oldukça geniş bir kesime verilebilirken gayrimüslimlere, usûl ve füru’ ile eşe zekât verilemez (54) .

Zekât-ı Sevâim ya da Âdet-i Ağnam Üretim ve sütçülük amacıyla, yılın yarıdan fazlasında otlamakla yetinen, kırda yayılan ve etleri yenen koyun, keçi, sığır, manda ve deve gibi evcil hayvanlara sâime denir. Bunlar zekâta tabidir. Belli bir sayıya ulaştıktan bir yıl sonra zekâtı verilir. Bu hayvanların hepsi ayrı ayrı nisaplara tâbidir. Osmanlı uygulamasında bu vergi, mîrî arazide otlayan koyun ve keçi üzerinden bedelen tahsil edilmiş ve adına âdet-i ağnâm veya ağnâm resmi denmiştir (55).

Cizye

Devletin himayesindeki ve askerlik hizmetlerinden muaf tutulan Ehl-i Kitap olan Müslüman olmayan Yahudi ve Hıristiyanlardan alınan bir vergidir. Gayrimüslim tebaa içerisinde 14 ila 75 yaşları arasında olmak, sağlıklı, sakat olmamak ve iş güç sahibi olmak ile ehl-i zimmet olma şartlarını taşıyanlar cizye vergisinin yükümlüsü sayılmıştır.

Cizye, İslam hukukunda zimmet akdinin bir sonucudur. İslam devleti savaş ya da barışçı yollarla herhangi bir Gayri Müslim ülkeyi fethettiği zaman, orada yaşayan ve İslam devletinin egemenliğini kabul eden Gayri Müslim ahaliden (zimmîler) haraç adı altında bir vergi alır. Verginin esası, Gayri Müslim toprakların haracî arazi olmasına dayanmaktadır. Söz konusu vergi, harac-ı rüûs ve harac-ı arz olmak üzere iki kısımdır. Harac-ı rüûs, baş vergisi olup, gayrimüslim erkek hane reislerinden alınmıştır. Harac-ı arz ise arazi üzerinden alınır (56). 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.