Takip Et

ANADOLU TARİHİNDE KURAKLIK OLGUSU-4

Kuraklık ve kıtlığın bir sonucu da iç göçlerdi. Örneğin 1874 kıtlığıyla beraber Ankara kaza ve sancaklarından Ankara merkezine doğru yaklaşık 4 bin kişi; İstanbul, Adana, Bursa, Kastamonu, Sivas, Gümüşhane, Samsun, Tokat, Erzurum, Düzce, Bergama, Adapazarı, İzmit, İstanbul ve Halep’e ise yaklaşık 30 bin kişi göç etmişti. Ancak bu göçler hem göç eden kişilere beklediği yararı sağlamamış, hem de göç edilen yerlerdeki ahaliyi sıkıntıya sokmuştu. Göçmenler yoksulluklarının yanı sıra hastalıkları da taşıyorlardı yanlarında. Sonunda başta İstanbul olmak üzere Sivas, Amasya, Erzurum, Bursa vilayetleri göçmenleri eski yerlerine iade etmeye başlamıştı. Bu durum elbette durumu daha da ağırlaştırmıştı.”

''İkinci büyük dalgayı oluşturan 1879-1881 kuraklığı ise Zozan Pehlivan’a göre öncekilerden farklıydı:

Öncelikli olarak bu dönem görülen olayların karakteristik olarak ilk dalga kuraklıktan üç noktada ayrılıyor olmasının altını çizmek gerekir: olayların yoğunluk oranları, cinsleri ve görülme sıklığı. Dikkatli bakacak olursak, bu olayların ilkinin 1879 yılının normal koşullarda bol yağışlı olması beklenen kış aylarında yaşandığını görebiliriz. Yağmurlu bahar aylarına gelindiğinde kuraklığın şiddeti artmakla kalmamış, etkileri bölgenin özellikle orta kesiminde yer alan büyük Diyarbekir ovasındaki ekili arazide görülmeye başlamıştı. Bir önceki sonbaharda büyük umutlarla ekilen tohumu yeşertecek miktarda ne kar ne de yağmur yağmıştı. Bölgenin birçok yerinde yüzlerce irili ufaklı akarsu kurumuş, Dicle ve Fırat nehirlerinin debilerinde inanılmaz miktarlarda düşüşler kaydedilmişti. Hasat mevsimine gelindiğinde bölgedeki kuraklığın boyutu daha da netleşmişti. Birçok üretici ektiği tohumun meblâğı kadar bile hasat elde edememişti. Sonbaharın gelmesiyle birlikte gıda fiyatları inanılmaz miktarlarda artmış, kıtlık bölgenin her yerinde hissedilir olmuştu.”

Doğu Anadolu’da, 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nin yıkımlarının üstüne gelen 1879’daki kuraklığını 1880 soğukları izlemişti. Metrelerce kar haftalarca kalkmamıştı, halk buna hazırlıksız yakalanmıştı. Geceleri yoğun sis ve ekinleri kökünden sökecek kadar şiddetli rüzgarlar yaşanmıştı. Cemadanlı aşireti sürülerinin yüzde 90’ını kaybetmişti. Bu hoşnutsuzluk ortamının siyasi sonuçlarından biri Şemdinanlı Nakşibendi Şeyhi Ubeydullah Nehri’nin isyanı oldu. Toplumsal sonuçlarından biri de Malatya ve Diyarbakır’daki “ekmek isyanları” olmuştu.”

“Diyarbakır Ermeni Cemaati’nin ruhani lideri Boyacıyan’ın mektubunda durumun vahameti şöyle anlatılıyordu:

Savaşın sefaleti daha üstümüzden kalkmadan yeni ve büyük felaketlerle karşı karşıya kaldık. Halk büyük bir kıtlık yüzünden perişan; ekmek normal fiyatının en az on altı kat üstüne fırlamış durumda. Ekmeğin yerine koyulabilecek her şeyin fiyatı yüksek. Musul, Mardin, Siirt, Van ve Bayezid’e göre burası yine de daha ucuz. Bu şehirde yardımla yaşayan dört binden fazla insan var; sokaklar dilencilerle dolu ve bunların pek çoğu açlıktan ölüyor. İngiliz halkının yardımsever eli her ne kadar bu zavallı insanlara uzanıyor olsa da kıtlık o kadar dehşet boyutlardaki ki hiçbir yardım ülkeyi kaçınılmaz felaketinden kurtaramaz. Sert kışın şiddeti yoksulun acısını on kat daha artırdı. Tanrı yardımcımız olsun!”

Alıntı:Ayşe Hür, Anadolu’nun kuraklık tarihi: “Kaht-ü galâ, kahtzedegân, kıllet-i bârân, istiskâ 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.