Takip Et

DÜNDEN BUGÜNE TÜRKLERDE HAYVANCILIK-1

Hayvanın ehlileştirilmesi ile başlayan süreç, insanlık tarihi içinde, makineleşme öncesini kapsayan en uzun zaman dilimlerinden birisidir.

12.-15. yüzyılların Anadolu’sunda geniş toprakların köylüler tarafından terk edildiği ve sadece konar-göçerler tarafından kullanıldığı düşünülmektedir. Yerleşik düzene geçtikten sonra beslenen hayvanların önemi azalmamış, hayvan beslemede seçici davranılmıştır. Yerleşik hayata geçildikten sonra bitkisel üretim çeşidi ve biçimi beslenen hayvan cinsleri arasında bir ayıklama yapma zaruretini doğurmuştur.

Osmanlı döneminde hayvanlar gelir getiren ve getirmeyen olarak iki sınıfa ayrılmıştır. Gelir getiren hayvanlar, küçükbaş hayvan olarak, kiraya verilen koyun, sağman koyun, erkek yoz koyun; büyükbaş hayvan olarak da sağman inek ve sağman manda girmektedir.

Gelir getirmeyen hayvansal varlıkların içine yük ve binek hayvanların dışında herhangi bir gelir getirmeyen küçükbaş ve büyükbaş hayvanlarda girmektedir. Küçükbaş hayvan olarak kuzu ve oğlak bu kategoride yer alırken, büyükbaş hayvan olarak tosun, öküz, manda, dana, dölsüz inek, dölsüz manda, dölsüz manda düğesi, düğe ve malak bu sınıflandırmanın içinde yer almaktadır.

Hayvan varlığı, tarımın temel ekonomik faaliyet olduğu sanayi öncesi ekonomilerin bir çeşit birikmiş serveti niteliğindedir. Göçebe topluluklar, hayvancılığı yüzyıllar boyunca tek geçim kaynağı olarak sürdürürken, yerleşik hayatta çiftçilik yapan ve bu arada hayvan da beslemek durumunda olan topluluklar ise daha çok çift sürme ve taşıma işlerinde güçlerinden yararlanmak için büyükbaş yetiştirip, bu hayvanlardan sağladıkları ürünleri de çoğunlukla kendi tüketimlerinde kullanmışlardır. Çünkü Osmanlı çiftçisi son döneme kadar çift sürme işlerinde genellikle hayvanlardan yararlanmıştır. Özellikle nüfus yoğunluğunun azlığı hayvancılığı teşvik etmiştir (322).

Orta Anadolu’da nakliye özellikle develer ve katırlarla yapılmakta ve bu hayvanlar, sırtlarına yük vurularak kullanılmaktaydı (323).

Ayrıca nakliyecilik bir meslek olup, herkeste taşıma hayvanı yoktu. Daha çok göçebe olan ve hayvancılıkla uğraşan aşiretler, kar yağan dönemler dışında hayvanlarıyla bir kentten başka bir kente uzun mesafeli eşya taşımacılığı yaparlardı. Otlakların, kuraklık sebebiyle 1873’ün yaz aylarından itibaren yetersizliği, bir kısım nakliyeciyi hayvanlarıyla beraber sonbaharı ve kışı geçirmek için Sivas, Halep, Diyarbekir ve Toroslara doğru göç etmeye zorlamıştı (324).

Bölgede kalan hayvanların çoğu 1874 Martı’na gelene kadar açlıktan, şiddetli soğuktan, hayvan hastalığından ve tabi yemek için sahipleri tarafından kesilerek öldüler (325).

Nakliyeciler, sayıları azalmış hayvanlarıyla devletin gönderdiği zahireyi taşımaya yanaşmadılar, çünkü kendilerine para verileceğini düşünmüyorlardı. Devlet, angarya korkusundan dolayı kaçmış olan bu nakliyecileri geri getirmek ve güvendirmek için nakliye ücretinin yarısının gönderildiği yerden peşinen ödenmesine karar verdi (326).

Yerli sığır ırkları küçük ve güçsüzdü. Orta Anadolu’daki ziraî fazla henüz büyük öküzleri doyurabilecek kadar verim sağlamadığından dolayı çiftçiler küçük öküzlerle tahta sabanlara mahkûmdu. Avrupa’dan demir pulluklar ve saban geldiğinde küçük öküzlerin bunları çekmeye gücü yetmedi ve farklı bir sorun ortaya çıktı (327). 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.