Takip Et

OSMANLI MALİYESİ BOZULMASI VE 19 YÜZYIL VERGİLERİNE GİRİŞ

Vergi toplamada mahir olan Osmanlı Devleti, bu kadar çeşitli vergiye rağmen belli bir dönem sonrasında iki yakasını bir araya getirememiş, bütçesi sürekli açık vermiştir.

17.ve 18.yüzyıl Osmanlı bütçesi 19. Yüzyıla göre daha dengelidir. Bu da tarımdan ve köylüden alınan vergilerde nispi bir adalet yaratmaktadır.

Osmanlı bütçesi yalnızca 1710/1711, 1746 ve 1761/1762 yıllarında fazla vermiştir. Giderlerin çoğunlukla gelirlerden fazla olduğu görülmektedir. Çoğunlukla da denk bütçe sağlanmaya çalışılmış olduğu söylenebilir. Gelir ve harcamalar arasında çok fazla fark yoktur. Ancak dönem, ağır savaşların yaşandığı ve İmparatorluğun ağır savaş tazminatları ödediği, toprak kayıpları sonucu vergi gelirlerinin düştüğü bir dönemdir. Harcamaların en fazla arttığı yıl 1785’tir. Söz konusu döneme bakıldığında, 1774 yılında, Osmanlı-Rus savaşı sonucunda Küçük Kaynarca Antlaşması’nın imzalanmış olduğu görülüyor. Bu antlaşmanın Osmanlı hükümetini, imkânlarını oldukça aşan taleplerle karşı karşıya bırakmış olduğu söylenebilir. Osmanlı Devleti, savaş tazminatı olarak üç senede ve üç taksitte, Rusya’ya on beş bin kese akçe verecektir. Karadeniz, Akdeniz, Tuna nehri dahi Rus ticaret gemilerine açılacaktır (62).

19.yüzyıl Osmanlı Devleti’nin teşkilat yapısının neredeyse toptan değişikliğe uğradığı dönemdir. Bu dönemin en önemli siyasal olgusu Tanzimat hareketidir.

Bu dönemde her bakımdan meydana gelen değişiklikler mali yapı ve barındırdığı vergi sistemini de değişikliklere uğratmıştır.

Tanzimat halk ve aydınlar üzerinde yüksek beklentilerin olduğu bir hareket olsa da çökmekte olan bir imparatorlukta adaletli ve sistemli bir vergi düzeninin kurulması beklenemezdi.

“19.Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Vergiler” başlığını koyarken milat olarak Tanzimatı ve uygulamalarını ele alacağız.

Konuya Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nadir Özbek’in görüşleri ile girelim.

“Tanzimat Fermanı herkesten gelir ve servetine göre gücü oranında vergi alınacağına dair bir vaatte bulunuyor. Geniş halk kesimlerinde de bu yönde bir beklenti oluşuyor. Ancak Tanzimat’ın ilanından İmparatorluğun son yıllarına kadar Osmanlı yöneticilerinin hiçbir koşulda vergi dağılımının adil bir şekilde gerçekleştirilmesi, köylü üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesi yönünde kayda değer bir adım atmamış olduğunu görüyoruz.

Bunun politik ve sınıfsal bir nedeni olduğunu düşünüyorum. Gerek merkezî hükümette gerekse taşra idare meclislerinde yer alan kişilerin, eğitimli devlet bürokratları, taşra eşrafı, mülk ve toprak sahibi kesimlerden oluşan imtiyazlı bir zümre olduğunu görüyoruz. Gerek merkezi hükümet düzeyinde gerekse mahalli idari birimlerde mülki amirlerle yerel eşrafın uyum içinde karar alma mekanizmalarını denetimleri altında bulundurdukları anlaşılıyor. Aslında verginin herkesin gücüne göre, yani gelir ve servetine göre paylaştırılması ilkesi vergi yükünün köylüden alınıp varlıklı kesimlere aktarılması anlamına geliyor. Merkezde ve taşrada yönetim kademesindeki kesimler bu doğrultudaki bir uygulamayı 19. Yüzyıl boyunca bilinçli bir şekilde hayata geçirmiyorlar. Varlıklı kesimler vergi yükünü sırtlamamak konusunda çok kararlılar. Oysa Avrupa’nın birçok ülkesinde 19. yüzyıl boyunca kişisel gelir vergisi aracılığıyla vergi yükümlülüğünün süreç içinde artan oranlarda varlıklı kesimlerin sırtına yüklendiğini görüyoruz. Tanzimat sonrası Osmanlı İmparatorluğu’nda ise yaratılan beklentilerin aksinde kat’i surette bu doğrultuda bir gelişme yaşanmıyor. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.