Takip Et
  • 23 Aralık 2013, Pazartesi

Savcı İmparatorluğu

Ülke gündemi, “Rüşvet” ve “Yolsuzluk” operasyonları ile çalkalandı, çalkalanıyor. Süreçle ilgili çok farlı düşünce ve görüşler var. Facebook, Twitter vb. sosyal paylaşım sitelerinde, herkesin kendi ürettiği, ‘sanat eseri’ niteliğinde harika yaklaşım ve benzetmeler paylaşılıyor. Kimilerine göre; ‘hükümet hırsız’, kimilerine göre de; ‘cemaat arsız.’ Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın kavgası olduğunu ileri süren de var, Amerika ve İsrail gibi dış güçlerin maşalarının devletin içine sızarak tuzak kurduğunu iddia eden de... ‘Benim hırsızım iyidir’ yaklaşımı ne denli kötüyse, ‘Adamım değilsen, adam değilsin’ yaklaşımı da o denlidir. Bu kısmı daha fazla uzatmak istemiyorum. Özetle; bütün ideolojilerin sermayeye hizmet ettiğini düşündüğümü belirterek, geçiyorum.

 

Yaşanan bu süreçten vazife çıkarma hakkına sahip olduğumu düşünüyorum. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz ile ilgili çok ilginç bir iddia ortaya attı. “Bizim için sağda solda, ‘Onlardan çok kötü bir şekilde öç alacağım’ diyormuş” dedi. Bu ülkede savcılar birini kafaya takarsa, öç de alır, hesap da görür. Çünkü, bu hakka sahipler. “Cumhuriyet Savcısı” yerine, “Savcı Cumhuriyeti” desek hiç bir sorun olmaz. Hatta, “Savcı İmparatorluğu” çok daha iyi oturur, diye düşünüyorum. Savcıların, insan olduklarını yok sayarak, bu denli yetkiyle donatılması, işini yaparken kişisel davranmasını normalleştiren durumdur. “Savcıları bu duruma kim ya da kimler, neden getirdi?” sorusuna cevap aramamız gerekir...

 

‘Savcı İmparatorluğu’nun bu ülkedeki en önemli mağdurlarından biriyim. 2000 ile 2013 yılları arasında Çine’de gazetecilik yaptım. 11 yıl boyunca adliyeye sadece kanunlara yardım etmek ve suçlularla mücadeleye kaktı sunmak için girerdim. 2011 yılında Çine’de CHP Aydın Milletvekili ve Eski Çine Belediye Başkanı Osman Aydın’ın bir yatırımına İbrahimkavağı Köylüleri karşı çıktı. Her gazeteci meslektaşım gibi olayları yakından takip ettim. Köylünün açıklamalarını ve eylemlerini haber yaptım. Köylü, projenin masum bir RES yatırımı olmadığını, sularının ve otlaklarının elinden alınacağını iddia ediyordu. Belgeler ve mevzuat da, bunu doğruluyordu. Köylüler canları pahasına direndi, Jandarmayla bile karşı karşıya getirildi, olaylar çıktı... Osman Aydın, projeyi hayata geçiremedi. %75’ini Bank Asya’nın yönetim kurulunda görev yapan, yani cemaate yakın kişilere sattı. Ondan sonra köylünün üzerine kamu gücüyle daha fazla gidildi. Eski Aydın Valisi Kerem Al’ın dayatmaları üzerine köylü, direnmekten vazgeçti ve proje hayata geçirildi.

 

Köylüler ile Jandarma arasında yaşanan arbede sonrası çok sayıda köylü gözaltına alındı. İfadeleri, kavga ettikleri jandarmalar tarafından karakolda alındı. Soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Özlem İlhan Uzunca’nın, köylülerin ifadelerini almadan direk mahkemeye sevk ettiği söylendi. Köylünün avukatı Çine Hükümet Konağının merdivenlerinde, “Çine Cumhuriyet Savcılığı kendini yok saydı” diye açıklama yaptı. Ben de, bu ifadeleri haberime yansıttım. Savcı hanım bundan dolayı bana çok alındı. Kaynağımı gizlemek zorundayım, “Emin, bana bunu nasıl yapar” diye hayıflandığı da tarafıma iletildi...

 

O günlerde köyde RES projesinin sahibi firmada çalışan bir kişi, kendisini tehdit ettiğimiz gerekçesiyle benden ve üç kişiden şikayetçi oldu. Soruşturmayı yürüten Savcı Özlem İlhan Uzunca, lehimize durumları yeteri kadar araştırmadan dava açtı. Mahkemede şikayetçi, beni tenzih etti, “Emin Aydın tehdit etmedi, onun bir suçu yok” dedi. Neticede diğerleri 6 bin küsur, ben 7 bin 500 TL civarında bir para cezası aldım. Dosya Yargıtay’da...

 

Daha sonra, Çine Cumhuriyet Başsavcısı Şükrü İpek, ifadesini aldığı bir zanlı kendisini ölümle tehdit ettiği için koruma talebinde bulundu. (Van’da bir savcının öldürüldüğü günlere denk geliyordu, gündem buydu.) Bu konuyu öğrendim ve kendisine sormak için Adliye’ye gittim. Benimle görüşmek istemedi. Haberi yaptım, internette yayınlandı. Akşamında, Çine Emniyetinde görevli bir polis memuru telefonla arayarak Savcı Şükrü İpek’in kendisini aramamı beklediğini söyledi. Hemen aradım, internette yayınlanan haberin gazetede çıkmamasını rica etti. Mümkün olmadığını söyledim. Bunun üzerine o da, bana kafayı taktı.

 

Kısa bir süre sonra Yolboyu Köyü’nde bir haberde olay yeri bandının dışından çektiğim fotoğrafımı silme emrini reddettiğim diğer Cumhuriyet Savcısı Bekir Sel ile de ters düştük. İlçedeki üç savcının da şahsıma karşı kini olmuş oldu. Ondan sonra hakkımda bir sürü dava açıldı. Hatta birinde benden şikayetçi olan savcı, soruşturmayı kendisi yürüttü. Davalarım çok kısa sürede sonuçlandı, Yargıtay’a itiraz yolu kapalı, kesinlik sınırının altında cezalar ve tazminatlar kaybettim. Kim aleyhimde şikayet etmişse çok kolay davalar açıldı. Delilimin mahkeme kararı olduğu, şikayetlerimiz ise ‘Kavuşturmaya yer olmadığı’ yönünde karara bağlandı. Gerekçe olarak da, ‘Öyle takdir ettik’ denildi.

 

Bu konu çok uzun, üzerine kitap bile yazabilirim. Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ‘Savcı İmparatorluğu’nun son mağduru sen ve senin hükümetin olabilir, ama bu ülkede savcıların keyfi tutumları ile mağdur olmuş çok sayıda insan var. Eğer bir temizlik, yasal düzenleme ve ciddi soruşturmalar yapacaksanız; sizin durumlarınızda adı geçenlerle sınırlı kalırsa, partinizin adında da bulunan ‘Adalet’ anlayışınız inandırıcılığını yitirir. Ben ve benim gibi, mesleğini, kanuni yetkilerini keyfiyetle kullanan savcıların mağduru bütün yurttaşları da bulmak görevinizdir.

 

Dünya’da, savcının kişisel hatası ve keyfiyetinin sorumluluğunu devletin ödediği, acaba kaç tane gelişmiş ülke vardır?

Adaleti, adaletli olmayan ülke başkalarının oyuncağı olmaya mahkumdur.

Sayın Başbakan, Adalet Bakanı ve helal süt emmiş, mesleğini ve yetkilerini keyfiyetle kullanmayan adalet adamları;

Gereğini, bilgilerinize arz ederim.

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.