Takip Et
  • 28 Aralık 2018, Cuma

OKU ALİ OKU

İlkokula başladığım gün, belki de hayatımın en uzun ve en sancılı günüydü. O günkü stres ve heyecanı yaşamayan yoktur sanıyorum. Herkesin anne yada babasıyla geldiği okula beni anneannem götürmüştü. Nur içinde yatsın, beni çok seviyordu. Hatta okul önlüğü onun hediyesiydi. Seneye de giysin diye biraz büyük almıştı. Pamuk gibi elleriyle tuttuğu elimi sınıfta bıraktı. Daha 5 yaşındaydım. “Kimseye bulaşma” dedikten sonra rahatlamam için teneffüste bahçede olacağına söyleyerek gitti. Sınıfın neredeyse tamamı ağlıyordu. Sınıfa babasıyla cesurca girenler bile. Ben ise zor tutuyordum kendimi. Ders başlayıp öğretmenimiz bize yan çizgiyi çizdirirken benim de gözümden yaşlar süzülmeye başladı. İlk teneffüste tüm zamanımı anneannemi aramakla geçirdim. Yoktu. Sonraki teneffüste de…

5 yaşımda ilk kazığımı (!) yemiştim. Sınıfımızı karatahtanın yanındaki panoda bazı fişler süslüyordu. “Ali bak. Emel eve gel. Işık ılık süt iç. Ömer bayram geldi. Ümit bu üzüm. Şenay türkü söyledi. Yere çöp atma. Ayşe bu jandarma.” Bunların içinde “Atatürk bize çok çalışın” dedi.

Bu fişler hepimizin korkulu rüyasıydı. Fiş defterin satırına sığmaz, çıldırırdım. Defterimde fişin bulunduğu sayfa gözyaşı ve yoğun silgiden yer yer delinmişti. Satır bitiyor, fiş bitmiyordu. Ve aklımdan hiç çıkmayan iki fiş “Oku Ali oku” ve “Ali iyi top oyna” onları hep cin Ali ile anarım. O Cin Ali ki çocukluğumuzun kahramanıydı. Bu fişler aklımdan hiç çıkmıyor. Çünkü o fişlerin hakkını vermiyoruz. O-ku-mu-yo-ruz! O topla iyi oynamıyoruz. Mahçubuz o fişlere…

Bir japon yılda ortalama 25, Şilili 18, İsviçreli 11 kitap okuyor. Bizde ise bir kişi 10 yılda bir tanecik kitap okuyor.

Sekiz milyonluk Azerbeycan’da kitaplar ortalama 100 bin tirajla basılırken 80 milyonu geçen Türkiye’de bu rakam ortalama 2-4 bin arası…

Türkiye’de, kütüphane sayısı bin 412; kahvehane sayısı 575 000!

Yani 49.500 kişiye bir kütüphane düşerken, 122 kişiye bir kahvehane düşüyor. Bazı ülkelerde kitap okuyanların oranı şöyle; Japonya %14, ABD %12, Almanya%11, İngiltere %11. Ya bizde… Yüzde 0.01! 3,5 milyonluk Finlandiya’nın kütüphanelerinde 36 milyon kitap var; Bizde ise 12 milyon.

Gençlerimiz artık sokaklarda top oynamıyor zira boş arsa kalmadı. Her yer betonlaştı. Ya ne yapıyorlar ellerinde bir telefon veya tablet sosyal medyada sosyalleşiyorlar. Arkadaşlığı, küsme, barışmayı, birlikte hareket etmeyi bilmiyorlar.

Türkiye’de her alandaki tartışmaların muhatapları bir duygudan eksiklerdir: Yok saymaktan.

Eğer okurları eğitmezseniz, daha okul sıralarından öğrencilere iyi edebiyat örneklerini okutmazsanız, hepsi günü birlik beğeniler girdabına düşer, birer sosyal medya kurbanı olarak yaşamlarını tamamlarlar. Eskiden kahvehanelerde yapılan sohbetlerin daha da düşük kalitesi, sosyal medya arasında yer alıyor.

Basının da bu konuları bilerek veya bilmeyerek yaygınlaşmasını sağladığını da belirtmek isterim.

Anne Frank’ın bir sözünün altına imza atan birinin yaptığı için “ Sosyal medya çalkalandı” diyorlar. Yahu sosyal medyanın bir özelliği de cahiller koalisyonu olmasıdır.

Kötü kitapları belli bir edebiyat düzeyi olmayan ortamda tartışmanın anlamsızlığını düşünüyorum.

Popülerlik kavramını bir noktaya kadar kabullenirim ama istismarlarına karşıyım. Gündelik yaşam üzerine hiçbir temel kitap okumamış biri, elbette sözüm ona hayat felsefesi kırıntılarını yazar.

Dergilerin, televizyonların da üstlerine düşen görevi yeterince yaptıklarını söylemiyorum. Böyle iyi kitaplar üzerine programlar yapılmadıkça, iyi yazarlar tanıtılmadıkça meydan önüne gelene kalır. Hepimiz bu konuda sorumluyuz.

Yıldönümü olmadıkça gazete ve kitap eklerinin edebiyat tarihine geçmiş yazarlardan söz ettiğine rastlamıyorum. Yeni çıkan kitapların rüzgarına kapılıyorlar, onun geçmişle olan bağlarından söz etmiyorlar.

Mahalle kütüphanelerinin eksikliğini kültür dünyamız hissediyor. Kitapevlerinde eskiden en çok satanların yanında iyi kitapların da adı anılır, öyle kategorilerde yapılırdı.

Umarım gün gelir, büyük edebiyatçılar üzerine de tartışmalar yapılır, eser tahlilleri yarıştırılır. Sosyal medya bir ölçüde Türk kültürünün, edebiyatının durumunu da gösteriyor.

Yayınevleri kalite ölçüsünü, daha çok kazanma hırsına kurban ediyorlar. Eski yayınevlerinin yayınladığı çok satanlardan günümüze ne kaldığını bir incelesinler, belki programlarını bu doğrultuda düzenlerler.

Harold Robbins, Arthur Hailey, Barbara Carthard onları kim okuyor, kim hatırlıyor, popüler kitaplar, aşk romanları basan yayın evleri bile yeni yıl dizisi, klasikler dizisi, yerli yazarlar dizisi yapardı. Dengeyi kurarlardı. Bugünkü yayınevlerinin çoğu bu dengeyi kurma gereği duymuyor.

Birçok yayınevi yöneticisi devletin yayıncılıktan çekilmesini istiyor. Diyelim ki devlet yayıncılıktan çekildi, peki siz onların çıkardığı kitapları yayınlayacak mısınız? Sanmıyorum.

Bu konuyu yazarken Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yayınladığı Attila İlhan, Yunus Emre kitaplarını anımsadım. Çoğu şuanda tükenmiş durumda…

Siz onlardan birini basmaya talip odunuz mu? Hayır. Böyle toplu değerlendirmeler dizisi düşünüyor musunuz? Hayır.

O zaman ben Kültür ve Turizm Bakanlığının yeniden yayıncılığa başlamasını arzu ediyorum. Çünkü siz yayıncılar olarak o boşluğu dolduramadınız.

Sosyal medyada ki tartışmalara on yıl sonra baktığınızda, niteliksiz geçen günlere, aylara ve yıllara üzülürsünüz.

Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları.

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.