Takip Et
  • 12 Ocak 2018, Cuma

İNSAN HAYAL ETTİKÇE YAŞAR…

Ülke gündemi, gelecek endişesi, güven ve emniyet hissinin eksikliği, gazetelerin üçüncü sayfa haberleri... Mutsuz olmak, depresyona girmek veya şikayet etmek için elimizde yüzlerce sebep var.

 

Mutsuz olmak kolay. Hatta bunun için kılınızı bile kımıldatmanıza gerek yok. Bunun için biraz haber karıştırmak, ülke ve dünya gündemine bakmak kafi…

 

Peki kendinizi rahatlatmak için ne yapıyorsunuz? Günlük öfkeyi artık bir “kişilik özelliğiniz” olarak mı kabul ettiniz?

 

Her gün belirli bir zamanınızı geçirdiğiniz trafikte sağa sola laf ediyor, hoşunuza gitmeyen insanlara sinirleniyor, artık neredeyse yaşanmaz hale gelen Aydın’ı sabahtan akşama kötüleyerek rahatlamaya çalışıyor olabilirsiniz. Veya etrafınızdaki pek çok kişinin bunları yaptığına şahitlik ediyor da olabilirsiniz. En kolayı bu çünkü… Peki zor olan nedir? Siz seçin: Zor bir hayatta kaskatı ve değişmez bir karaktere bürünerek herkese ve her şeye savaş açmak mı?

 

Yoksa hayatın değişken ve sonsuz potansiyele sahip olduğunu idrak ederek zor koşullarda esnek ve dayanıklı insanlara dönüşmek mi? Bakın size ne diyeceğim? Tarihte tüm medeniyetler zor zamanlarında; savaşların, mücadelelerin olduğu dönemlerde birileri dayanıklı ve esnek olmayı başardığı, öyle davrandığı için hayat devam etmiş. En kötü koşullardan, “burada hayat yok” denen yerlerden “artık toparlanmak imkansız” dedirten zamanlardan büyük yetenekler, güçlü insanlar, kararlı kalabalıklar çıkmış.

 

Evrim mekanizması nasıl ilerler bir düşünelim. Bir canlının uzun vadede kademeli genetik değişimlerle çevresine adapta olabilme yeteneğine evrim diyoruz. Yani bukalemun misali. Peki bu nasıl oluyor? Bir canlı belirli bir zaman diliminde, belirli şartlar altında kaldığında, hücreleri yeni koşullara adapte olabilecek proteinler üretiyor ve uzun vadeli bir değişim yaşıyor. İşte en büyük becerimiz bu, değişim ve uyum sağlama(adaptasyon).

 

Sürekli öfke, sürekli şikayet, sürekli karamsarlık içinde yaşadığınızda, “normalimiz, mutsuzluk olduğunda” kendi bedeninizin sınırları içinde düzensizlik ve karmaşayı tetikliyorsunuz. Sayısız seçenek arasından değişimi mutsuzluktan yana kullanıyor, mutsuzluğa adapte oluyorsunuz. Ruh haliniz, bedeninizin sağlık durumunu da yönetmeye başlıyor. En iyi ihtimalle hayatını yönetemeyen, sürekli yorgun ve mutsuz insanlara, en kötü ihtimalle aşırı mutsuz ve hasta insanlara dönüşüyorsunuz.

 

Peki ne yapmalı? Öncelikle bana dokunmayan yılan bin yaşasın söylemini bir kenara bırakacaksınız. Kimsenin bir mağaraya ya da kabuğuna çekilip dünyadan, insanlardan izole olma lüksü yok…

 

Önce hiçbir şey yapmadan şikayet etmeyi, çevremizdeki mutsuzluğun tespitini yaparak bir karamsarlık bulutu içinden bakmayı bırakmak gerekiyor.

 

Şehirlerin halinden, içi boşalan kavramlardan, politikacılardan, hayatımızın karanlık günlerine dair tespitlerden bir uzaklaşalım. Hayal kuralım.

 

Şu hayattaki her şey, bir zamanlar hayal değil miydi sonuçta? Bu yazıyı okuduğunuz Denge’nin kağıdı, mürekkebi, fotoğrafları birilerinin hayaliydi. İnternetten okuyorsanız elinizin altındaki bilgisayar, akıllı telefon, tabletler, tüm sistemler, bir zamanlar birilerinin rüyasında gördüğü ve diğerlerinin “Asla gerçek olamayacak kadar saçma” dediği bir hayaldi. İnsanlar savaş dönemlerinde bile sanat dergileri çıkardılar, şiirler, romanlar, hikayeler yazdılar, besteler yaptılar.

 

Şimdi okuduğunuz klasikler gerçek olmadan önce birilerinin aklındaki hayaldi. Ünlü şairimiz Yahya Kemal Beyatlı diyor ki “İnsan evrende hayal ettikçe yaşar.”

 

Ne olur artık halimizden, çevremizden şikayet etmeyi bırakalım. Bana bir şey olmasın da kime olursa olsun modundan çıkalım. Şartlar kötüyse kötü, dünya daha kötülerini gördü. Yine görecek ama yaşam devam edecek… Gelin hayal kuralım ve elimizden gelenin en iyisini yapalım. Bulunduğu koşulları değiştirmek için çaba göstermeden karamsarca şikayet eden ve buna maruz kalanları da çukura çekenler değil, geleceğe miras bırakabilecek hayalperestlerden olalım… Bu dönemin de dayanıklı ve esnek insanları biz olalım, ne dersiniz?

 

Yukarıda yazdığım gibi hayal kuramayan, her şeyden şikayet eden ama “çözüme var mısın?” deyince ortalıktan toz olanlar şu aşağıdaki hikayeyi hiç unutmasınlar ve akıllarının kıyısına yazsınlar.

 

“Duvardaki çatlaktan bakan minik fare, çiftlik sahibi ile karısının elinde bir fare kapanı görür. Hemen bahçeye koşarak alarm verir: "Evde kapan var! Evde kapan var!” Tavuk gıdaklayıp kafayı kaldırır ve “sayın fare, bu sizin için ciddi bir sorun olsa da beni ilgilendiren bir tarafı yok” der. Fare bu sefer koyuna dönüp, “Evde kapan var.” der. Koyun “Vah, vah! Üzgünüm sayın fare, emin ol senin için dua edeceğim” der. Fare bu kez öküze yönelir: “Evde kapan var!” diye bağırır. Öküz: “Sayın fare, senin için üzgünüm ama bu ilgilenebileceğim bir şey değil!” der. Fare, yalnızlık ve terk edilmişlik hisleri içinde tek başına kalır. O akşam evde bir kapan sesi duyulur. Gürültüye koşan çiftçinin karısı, kapana zehirli bir yılanın kuyruğunu kaptırdığını görmez ve yılan da kadını ısırır. Çiftçi hemen doktor çağırır. Kadın ateşli ve hasta olarak yatmaktadır. Ateşli insana ne verilir? Sıcak bir tavuk çorbası… Tavuk hemen kesilir ve pişirilir. Ertesi gün eş, dost, akraba hasta ziyaretine gelince, çiftçi de koyunu kesip sofraya koymak zorunda kalır. Kadın iyileşemeyip, ölür. Cenazeye çok kalabalık gelir, çiftçi bu defa da konukları doyurmak için öküzü keser! Fareye de olup bitenleri deliğinin ardından izlemek kalır!”

 

Unutmayınız hepimiz aynı gemideyiz. Toplumda birimiz tehdit altındaysak, hepimiz risk altındayız demektir! “Bana ne?” demek yanlış olur!

 

Güzel hayaller kurun, etrafınıza mukayyet olun…

 

Hepinize iyi hafta sonları diliyorum sevgili Denge okurları. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.