Takip Et
  • 3 Haziran 2016, Cuma

Markalaşma, tanınırlık, pazarlama

Denge gazetesi övünçle görülüyor ki çıktığı 1998 yılından bu yana büyük bir değişime uğradı. Ama markalaştı mı? Bugün bu konuyu irdelemek istiyorum. Bu satırlarımı sevgili Emin okur, eleştirilerimi yanıtlarsa memnun olurum. Yazımın sonunda başa yeniden döneceğimi belirteyim.

Her firma malını veya imal ettiği ürününü satışa arz ederken, her türlü halkla ilişkiler metotları ile çeşitli pazarlama yöntemleri kullanır. Öncelikle tanınırlık, bilinirlik ele alınır ve bu yönde çalışmalara öncelik ve ağırlık verilir. Albenisi olan, güzel, çekici ambalaj, reklamlar, gazete, televizyon ve diğer vasıtalarla ürün tanıtma duyuruları bunlardan sadece birkaçı...

Bir mal veya ürünün satması değil, para kazanması için bilinir, tanınır, yani marka olması gerekmektedir. Marka olmaksa, çok kolay bir iş değildir. Deneyim ister, tecrübe ister, güvenilirlik ister, uzun yılların birikimi gerekir bütün bunlar için...

Verilen vaatlerin aynen yerine getirilmesi, güvenilirlik marka olmanın nedenlerinden sadece birkaçıdır.

Marka olabilmek için mükemmeliyetçi bir anlayışla hareket edilmesi, aynı işi yapan diğer firmalardan farklı olmaya çalışılması, fiyat-kalite dengesinin iyi kurulması, kaliteden ödün verilmemesi, taklitten kesinlikle uzak durulması, vizyonun geniş olması gibi kriterler gereklidir. Bazı markalar, o kadar çok tanınmış ve tutmuştur ki, ürünün ya da türünün önüne geçmiş ve ürün kendi niteliğini ismini kaybederek, marka adıyla anılmaya başlamıştır. Örneğin, jean, kot, jeep gibi...

Tıraş bıçağı yerine jilet gibi, frigdaire gibi, lacoste gibi markalar marka olmaktan çıkmış, türün veya ürünün adı olmuş. “Senin kot veya jean ne marka”, “Senin jilet ne marka” veya “Senin jeep ne marka” derken aslında kot, jilet veya jeep’in aslında birer marka olduğunu unuturuz. Zira ürün markasının ismiyle benimsenmiştir.

Gönlüm Denge’nin de böyle ürünün önüne geçen bir marka olmasını istemektedir. Denge deyince, aklımıza gazete; gazete deyince de Denge gelmelidir.

Yukarıda saydığım koşullar içinde:

Önce tanıtım yapılarak halkta, okuyucuda bilinirlik sağlanacak daha sonra kaliteye ve doluluğa önem verilecek, bunun için halkla ilişkiler metotları uygulanacak ve en son olarak pazarlamaya geçilecektir. En azından uygulanacak sıralama böyle olmalıdır. Şimdi başa dönelim, ben 10 yıldır Kuşadası’nın Davutlar Mahallesi’nde oturuyorum. Davutlar Mahallesi’nin nüfusu kışın 9 bin ise bu rakam yazları 1 milyonu bulmaktadır. Sokaklar araç trafiğiyle tıkanmakta, kaldırımlar da insanlar yürümekte zorlanmaktadır. Hal böyleyken, Davutlar’a sadece bir Denge Gazetesi gönderilmektedir. Yanlış anlaşılmasın, çeşitli bayilere birer değil, Davutlar’da sadece bir bayiye bir adet Denge Gazetesi gönderilmektedir. Bu bir gazeteyle burada tanınırlık, bilinilirlik sağlanabilir mi?

Denge’nin kalitesi, içeriği okuyucuya gösterebilir mi? Bu konularda Genel Yayın Yönetmenimiz Sayın Emin Aydın ile anlaşamıyoruz ama anlaşacağımızı umut etmek istiyorum. Şimdi sizleri üniversitede okurken bir hocamızın pazarlama kavramlarını anlatmasını hikaye etmek istiyorum:

* Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz ve yanına giderek, “çok zenginim evlen benimle” dediniz. Bu doğrudan pazarlamadır.

* Bir grup arkadaşınızla katıldığınız partide büyüleyici bir kız gördünüz. Arkadaşlarınızdan biri kızın yanına gitti ve sizi işaret ederek kıza, “o çok zengin evlen onunla” dedi. Bu reklamdır.

* Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz ve yanına gidip telefon numarasını aldınız. Ertesi gün arayıp “çok zenginim, evlen benimle” dediniz. Bu tele pazarlamadır.

* Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Kalkıp kravatınızı düzeltiniz, ona doğru yürüyüp arabanın kapısını açtınız, çantasını düşürünce eğilip aldınız, küçük bir gezinti teklif ettiniz ve sonra, “bu arada ben çok zenginim benimle evlenir misin” dediniz. Bu halkla ilişkilerdir.

* Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanınıza geldi ve “Duyduğuma göre çok zenginmişsiniz. Benimle evlenir misiniz?” dedi. Bu marka bilinirliğidir.

* Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp “Ben çok zenginim. Evlen benimle!” dediniz. Suratınıza okkalı bir tokat yapıştırdı. Bu müşteri memnuniyetsizliği ve geribildirimidir.

* Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp “Ben çok zenginim evlen benimle!” dediniz. O da sizi kocasıyla tanıştırdı. Bu arz-talep uyuşmazlığı.

* Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaştınız ama siz bir şey söylemeden önce biri gelip ona “Ben çok zenginim evlen benimle!” dedi. Ve kız onunla gitti. Bu, sizin pazar payınıza göz koyan rakip firma yani rekabettir.

* Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp “Ben çok zenginim evlen benimle!” diyecekken karınız geldi. Bu yeni pazarlara girememektir.

Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.