Takip Et
  • 13 Mayıs 2016, Cuma

Analar ve oğulları…

Anneler için hiç büyümeyen oğulları vardı. Yaşı kırklara gelse bile bir akşam eve geç kaldığında pencere önünde uzun kederlere dalar anneler. Anne dilinde oğullar, endişe ve bekleyişin adıdır.

Dünya döner, dünya çirkinleşir, dünya bütün yükünü insanın omuzlarına yükler, ama oğullarının bütün yükünü kendi sırtında taşımak ister anne. Çirkinleşmeyen kaybolmayan ve hiçbir zaman unutulmayan ya da alışılmayan bir sahiplenme duygusudur annelik.

Yaşamları, çevreleri, imkanları, kültürleri ne kadar uzak olursa olsun bütün anneler oğulları için aynı duyguları hisseder, aynı kutsallıkta sahiplenir. Kendisinde olmayanın oğlunda olması için mücadele eder. İnsan kendine küser, insan hayata küser, insan yaşama sevincini yitirir… İnsan parasını, malını mülkünü, vicdanını, eşini, dostunu, kendini yitirir; ama anne insanın dahi yitiremeyeceği kadar sahici durur hayatının başucunda.

HUZUR LİMANI, MUTLULUK IRMAĞI

Anne için oğul, kaç yaşında olursa olsun başını annesinin dizine koyup ağlamak ihtiyacı hisseden çaresiz bir varlıktır.

Anne kucağı sadece çocukken değil, insan kırkına, ellisine yaklaşsa da neden, niçin sorulmadan demir attığı huzur limanı; uzun bir mutluluk ırmağıdır. Çünkü insan bütün hikayesini, yargılamadan ve ötekileştirmeden, üstelik tek cümle konuşmadan bir tek annesine anlatabilir. İnsanın mutsuzluk hikâyesine de mutlu bir anının neşesine de derin bir ıstırabının dayanılmaz acısına da annesinin saçlarını okşayan elleri dokunabilir. O ellerin verdiği şefkattir kalbe dokunan. Yaraları iyileştiren bir ilaç gibidir o eller. O dokunuşlarla kirlerinden arınır insan.

BÜTÜN ANNELER BİRBİRİNE BENZER

Anne, parmaklarının arasında yeniden doğurur oğlunu. Bir bakışıyla, suskunluğundaki en derin hikâyeyi gün yüzüne çıkarır. Hiçbir sır bir annenin bakışından gizlenemez. O gözlerin ve ellerin susarak anlattığını da sadece oğullar anlar.

Kendi hikâyesini annesinin ellerine uzanıp susarak paylaşabilen oğullar… Yeniden çocuk saflığına dönen oğullar…

İşte bu yüzdendir ki dünyanın bütün anneleri birbirine benzer. Ve dünyanın bütün oğulları anneleri için aynı duyguları taşır. İnsan ve dünya çirkinleştikçe; iyiliklerin, şefkatin, huzurun ve bütün özlemlerin kapısı her daim anneyle açılır.

Şimdi annesi hayatta bütün oğulların, kaç yaşına gelirse gelsin annesinin gözünde hiç büyümeyecek çocukların, baharla birlikte ceplerinde biriken paralarla aldıkları hediyeleri değil; kalplerinde biriktirdikleri hatıraları, hayalleri ve umutları bir çiçek demeti halinde annelerine verme zamanıdır.

Zira mevsimin ve hayatın içinde anne gibi bizi bekleyen, özleyen, anlayan, sahiplenen, şefkatle ruhumuza dokunan ve çok güzel başka bir çiçek yoktur.

Geçtiğimiz hafta Anneler Günü'ydü bu yazım ve İbrahim Sadri’nin anne şiirinin bir bölümü tüm annelerimize gitsin.

Kan ter içinde gece

Kan ter içinde her yanım

Her yanım bu gece vurgun içinde

Kurşun yemişim, sürgün yemişim

Bu sana ilk gelişim

Vur emriyle düşmüşüm kapına

Düşmüşüm kucağına, bu yara sıcak ana

Yok, elimde bir demet menekşe

Yok, elimde sevdiğin gül şekeri

Yok, işte sana bir şey

Bilmem ki ne demeli

Bir tek ağır yaralı özlemim

Ve bir tek gözlerine sürdüğüm gözlerim

Anne benim, aç kapıyı

Oğulcuğun, küçük tavşanın, körolmayasıcağın

Ölmeyesin, bitmeyesin

Yürek yarısı gitmeyesin dediğin

Anne benim, aç kapıyı

İşte geldim, işte bu sana ilk gelişim

Kan ter içinde gece

Kan ter içinde her yanım

Her yanım bu gece vurgun içinde

Kurşun yemişim, sürgün yemişim

Bu sana ilk gelişim

Vur emriyle düşmüşüm kapına

Düşmüşüm kucağına, bu yara sıcak ana…

 

Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.