Takip Et
  • 21 Haziran 2019, Cuma

HERKES KENDİ ÖYKÜSÜNÜN KAHRAMANI!

Geçtiğimiz 19 Haziran Çarşamba günü oğlum Ömer’in doğum günüydü. Nazım ustanın güzel şiirinden bir kıta ile doğum gününü kutladım. “Ağaçlarım dallara, yeşilliklere, allara. Nice yıllara oğlum, nice yıllara…”

Daha sonra düşündüm de yıllar nasıl geçmiş habersiz…

Çok eski bir masal, belki de uyduruk bir rivayet. Çocukluğumda duyardım, dünya öküzün boynuzları üstünde duran bir tepsi misali, sallanıp dururmuş. Hayretle dinlerdik bu söylemi. Nasıl olur yani? Öküz sallandıkça biz sallanıyorduk. Akıl alacak gibi değildi. Hepimiz bir dünya üzerinde düşmeden durabiliyorduk. Bilimin henüz boy vermediği anların güzel mi, korkunç mu komedisinin iç içe geçmesinin farklı boyutundaydık. Keşke hep oralarda kalsaydık. Nasıl olsa bir zaman sonra hiçbirimiz bu dünyada yokuz. Biz yaşayan ölülüleriz aslında… Korku filmlerinin sanal kahramanları misali. Her şey koca bir yalan.

O yıllarda nasıl yaşanırdı? Sevgiler nasıl tasvir edilirdi? Geçmiş gelecek dediğimiz bir çizgide yaşanan olayların gerçeği neydi? Tarih güzel bir antoloji. Geçmiş olmayanın geleceği olmadığını basit bir film senaryolarında duyarız. Kendimizi teselli etme için söylediğimiz hikâyelerin ardındaki gerçek sanki varmış gibi.

Ruhumuzu aldatmaktan öteye gitmeyen kara mizahların bile, bizi teselli etmediği bir dünya masalı içindeyiz. Herkes kendi hikayesinin kahramanı. Başrolde olduğumuzu sandığımız zavallı figüranlar, yani bizler, karmaşanın içindeki rolümüzü anladığımız anda yaşam bitmiş oluyor.

Yüksek egoların çarpıştığı savaş alanlarında ne kadarı biziz? Asıl hikayeler burada başlıyor.

İlişkiler yumağının çözümü zaman alıyor. Doğumdan ölüme kadar birbirimize garip senaryolarla bağlıyız.

Romanların tek kahramanı yoktur. Aşk, pişmanlık, gözyaşı, intikam, kin, öfke, kahkaha, yaşamın içinde hepimizin ortak duygusu. Her şey birbirine karışmış durumda . Birbirimizi çözemez haldeyiz. Herkes payına düşeniyle oyalanıp duruyor. Kendini yere göğe koyamıyor. Yaşamın başka evresinde bu dünyaya ödül olarak gelmiş, herkes için var olan temel duyguların onlarda, farklı bir oluşumu varmış gibi davranıyorlar.

Peki biz ne kadar akıllıyız? Ne kadar mutlu olmak istiyoruz?

İlişkilerimizde ne kadar başarılıyız? Bencilliklerimizden ne derece kurtulup özümüzün derinliklerinde gerçek bir insan sıfatına sahibiz? Ya duygularımız, yaptıklarımız, yapamadıklarımız, hatalarımız itiraflarımız, sakladıklarımız, gizlediklerimiz, suçlarımız, söyleyemediklerimiz…

Hülasa ne kadar insanız? Ne kadar büyüdük? Ne kadar çocuk kaldık? Olgunluğun kolay kazanılır bir erdem olmadığını gerçekten biliyor musunuz?

Kızgınlıklarımıza, kırgınlıklarımıza ”Dur” diyebiliyor muyuz? Yaşam dediğimiz sürede ikametimiz kaç yıl? Kısa sürecek bir yolculukta neyi paylaşamıyor, neyin savaşını yapıyoruz?

Güçlü olmakla gerçek güce sahip miyiz? Beynimiz, bedenimiz bir gün işlevini yavaşlattığı zaman kime muhtaç olacağız, hiç düşündünüz mü?

O yere göğe sığdıramadığımız aşklara ne olacak? Bir gün bitmeyen özgürlüklerimizi kendi arzumuzla başkalarına teslim etmeyecek miyiz?

Bir zamanlar hiç kimselere layık göremediğimiz duygularımızı ruhumuzun çok uzağındaki kişilere emanet edeceğinizi hiç düşünmediniz mi?

Yaşamın kendi kurallarına ne kadar karşı gelebileceğiz.

Sınavlar, sınavlar, sınavlar… Hangisinde geçeceğiz veya kalacağız, hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Bilmediğimiz bir zamanın asla sahip olamayacağımız bir diliminde “Salıncakta kaç kişiyiz!..” Maalesef anlamadan göçüp gideceğiz. VEEE biz halaaa… Öküzün boynuzlarındayız, ANLAYANA…

Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.