Takip Et
  • 4 Aralık 2015, Cuma

Çocuklukları çalınan çocuklar

Aylan bebek, hala gözlerimin önünden gitmiyor. Hala geceleri rüyalarıma giriyor. Çocukluğumda Ege Denizi'nde kıyılara balıklar vururdu. Şimdilerde çocuk cesetleri vuruyor.

Diyarbakır'daki çatışmada babalarını kaybeden çocukların fotoğraflarına bakıyorum. Şehit polis memuru Ahmet Çiftaslan'ın oğlu Denizhan, boşluğa bakıyordu. Bütün masalları tutuşmuş. Şehit polis memuru Cengiz Erdur'un toy delikanlısı Eren bakarken, içinden geçenleri saklıyor gibiydi.

Ülkenin gözlerine asılmış bir fotoğraf Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin kızı Nazelin oğlu Arin, aynı dramatik masalın ikizleri gibi… Sürgüne uğurlanmışlar sanki… Onlar ve yüzlercesi babalarının öznesi çocuklar, onlar babalarının gözbebeği çocuklar. Onların gözlerinden yüreklerine giden yolda, asla unutulmayacak bir gerçektir ölüm.

Hayatlarının her anında bir film karesi gibi donup kalacak. Çocuk yaşlarında kendilerini onarmaktan bitkin. Ne kadar inkar edilse de öfkeli, Onların büyümesi diğer çocukların büyümelerinden farklı olacak. Babalarına ölümü öğreten kurşun onların bağrından hiç çıkmayacak belki. Zamanı gelince “hatırlamak” kaydıyla! Terör böylesine kahpe bir şey işte. Yakacağı yürekleri iyi biliyor. Dağlar bile birbiriyle tokalaşırken büyükler hala birbirine söver gibi bakışıyor ya! Dokunuyor kanıma…

Onlar bu ülkelerin en yaşlı çocukları, ham meyve, olgunlaşmamış acı. Uçurtmalarına jilet atılmış zamanın çocukları, ölen sadece babaları değil, hayalleri, renkleri mavileri de ölmüş çocuklar…

Hayatı bir şekilde kabullenecek ama o çocukların yüzlerindeki solgunluk hiçbir zaman renklenmeyecek.

Biz artık barışı nasıl anlatacağız? Türkülere, halaylara bomba patlatan nefreti ne kendimize anlatabiliyoruz, ne de çocuklarımıza. Bütün kurbanların genç kızların, 21 yaşında asker ve polis çocukların hayali canlanıp üzerimize yürüyor. Bizi yaşatmadınız, barışı öldürdünüz!

Barışı koruyamadık… Nefreti yok edemedik, yenildik hatta ona. Oturup katliamların çetelesini tuttuk. O güzel yüzlerin, ışıltılı gözlerin türkü söyleyen dillerin sahiplerini, bir rakama dönüştürüp alt alta yazdık. Çoğumuz için bir rakamdan ibarettiler, her haber bülteninde birer ikişer çoğalan… Birileri oturmuş bir ölüm ormanı kuruyorlar akıllarınca; orada aklımızı, umutlarımızı boğmak için sanki…

Yıllar hatta çağlar devriliyor, coğrafyalar değişiyor katliamlar hep aynı! Aynı nefret aynı cehalet, aynı pusu… Karanlığın dini yok, dili ve ırkı da. Cinayetten başka dil bilmiyor, öldürdükçe azmanlaşıyor katiller.

Şimdi bütün bir halk, elimiz şakağımızda soruyoruz: Bu topraklarda bir katliamcı, bir canlı bomba bir hain nasıl yetişiyor? Sahi nasıl? Eline mikrofon alanın, söze Mevlana ve Yunus’la başladığı bir ülkede, canlı bomba olup katliam yapmayı nasıl öğreniyor çocuklar? Onları canilerin eline kim, nasıl teslim ediyor? Barış hiç yok muydu buralarda, sevginin adı anılmamış mıydı yoksa? Bütün söylenenler rüya ve yalandan mı ibaretti? Cehalet ve nefret öldürme arzusu, gizli bir zakkum gibi büyüyüp gidiyor muydu aramızda? Bir ölüm ormanı kuruyorlar karşımızda. Ta eskilerden, Çorum, Kahramanmaraş ve Sivas… Reyhanlı, Suruç ve Ankara açık bir yara gibi kanıyor. Ülkem baştan başa yara! Kanıyor, Anadolu’nun kesik damarları “Yurdum, yalnızlığım benim!” demişti Hilmi Yavuz “nereye gidersem oraya / siyah bir gül düşüyor yurdum ne kadar benzedin giderek büyüyen yaraya…” Kabuk bağlamaz bir “yara” gibi Türkiye kan kaybediyor durmadan. En iyisi belki de her görüşten bir dünya yaratmaktan korkuyor. Tek ses istiyorlar. Herkes, sahibinin sesi olsun. Bütün kavgaların, ölümlerin acıların büyüdüğü bataklık!

Büyük yazar Andie Mavrois anılarını bitirirken;

“Zaman ne olur dur biraz… Bunca başarısızlığa karşın, sevginin bir gün kin karşısında üstün geleceğine ilişkin umudum kırılmamıştır. “

Sevginin bir gün kin karşısında galip geleceğine dair ümidimiz kırılmayacak. İyileşeceğiz, cehaletin üstüne, üstüne giderek. Yurdumuzun yaralarına gül basarak, yangınlardan artakalmış kül basarak iyileşeceğiz.

Her görüşten apayrı bir dünya kuracağız sonra, kimsenin türkü söylerken ölmeyeceği bir ülke… Katliamlarda yitirdiğimiz insanların; aydınların, genç kızların, delikanlıların, öğretmenlerin, işçilerin ve o kocaman ışıltılı gözlü çocukların adlarını kederle anarak…

Güzel günler göreceğiz çocuklar!..

Hepinize iyi haftalar diliyorum sevgili denge okurları

Yazarın Notu: “Hasan dağı arpalıktır eğer saban yürürse

Her köşede bir değirmen, eğer suyu gelirse

Her kümesten bir tavuk eğer köylü verirse

Güzel gidiş, bu gidiş eğer sonu gelirse”

Yukarıdaki tekerleme Milliyet köşe yazarı Hasan Pulur’un çok sevdiği dörtlüktü. Emrinde 12 yıl muhabirlik yaptım. Mekanı cennet olsun.

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.