Takip Et
  • 6 Haziran 2014, Cuma

İş makineleri, beton kamyonları..!

25 yılı Devlet'te, 13 yılı özel sektörde olmak üzere 38 yıl bilfiil çalıştıktan sonra Kuşadası'nın Davutlar Mahallesi'ne (eskiden belde idi) yerleştim. 8 yıldır burada yaşıyorum. Buralara ilk gelişim (Davutlar-Güzelçamlı) 54 yıl önceydi. 14 yaşında bir çocuk olarak Kızılay’ın yaz kamplarında gelmiştim. Tabir caizse buralarda in, cin top oynuyordu.

Şimdilerde evden Davutlar Meydanı'na inerken yan yana dizilmiş, çamurlu dişlerini yola doğru uzatmış, sıra sıra bekleşiyorlar. Göreve yani yıkıma ve kazmaya hazır kepçe ordusu! Birazdan bütün Davutlar'a dağılacak; henüz kıyıma uğramamış son bahçelerden birini tarumar edecek, kıyıda köşede unutulmuş tek katlı, kırmızı kiremitli evlerden birini daha yere serecekler . Artık kepçe çağındayız, beldenin kolunu kanadını, bütün hayati uzuvlarını kırıyor, kırmakla kalmayıp kökünü kazıyor kepçeler. Doymaz bir iştahla yapıyorlar bunu.

Kepçe kaza ve kaderin değil, bizim elimizdedir. Bu yıkımı zoraki ya da bilinçsiz değil, bile isteye, tasarlayarak yapıyoruz. Daha iyi, daha zengin, daha rahat yaşamak için. Rahatlığın ve mutluluğun, yüksek katlarda olduğuna, olacağına dair sarsılmaz bir kanaatimiz var. Neye rağmen? Dalları sokağa sarkmış büyükçe bir ceviz ağacının gölgelediği bahçede, şirin bir mermer havuzun fıskiyesinden dökülen serin suları seyredebiliyorken…

Kıyıda sarkan hanımeli ve mor salkımların kokusuna, ortancaların ortalığa neşe katan renklerine rağmen. Bütün bunları, bu yeşili, bu serinliği, bu kokuları ve bu bahçede yıllarca biriken hatıraları bir kepçe kıyımıyla yok ederek, üstüne katlı bir apartman dikip rahata, servete ve mutluluğa ermek… Böyle istiyoruz.

Sabah akşam kıyısından geçtiğim böyle bir bahçeli evin etrafının çevrildiğini gördüm geçenlerde. Tabelalar ve afişler asılmış cepheye ve panolara. Daha şimdiden “kaloriferli lüx daireler” yazılmış. Bahçedeki ceviz ağacı, başına geleceklerden bütün, bütün habersiz gür yeşil yapraklarını yola doğru salmış, gelip kendisini kökleyip devirecek kepçeyi bekliyor. Uzakta değil kepçe, belki yüz metre ötesinde, meydanda onu bekliyor. Bir sabah ansızın…

Bana öyle geliyor ki, kepçe, yaşadığımız şu son zamanların alameti farikası. Günün her saati, beldelerin, şehirlerin bütün sokaklarında bir yerleri kazıp duruyor. Ve arkadan gelsin beton kamyonları ve güzelim yeşilin üzerine yükselen katlar, katlar…

Ahşap evleri, küçük ve kuytu bahçeleri önce birkaç küçük darbeyle yokluyor; sonra arzuyla, hınçla girişiyor. Aylaklar, meraklılar, yaşlılar, çocuklar gelip diziliyorlar enkazın etrafına. Hayranlıkla, zevkle evin, ağaçların ve anıların, hatıraların yok oluşunu, kayboluşunu izliyor ve seyrediyorlar.

Kepçe, çamurlu dişleriyle delik deşik ediyor bahçeyi ve evi. Altından girip üstünden çıkarak haritadan siliyor onları. Sonra hiçbir şey olmamış gibi, hiçbir günahın ortağı değilmiş gibi çekilip gidiyor.

Açılan o boşluğu beton kamyonlarıyla beton dökerek, demirler dikerek dolduruyorlar. Derken, gün gün bir blok yükseliyor o boşlukta. "Kaloriferli süper lüx daireler" sakinlerini karşılamaya hazırlanıyor.

Bütün bir beldenin, bütün bir şehrin, o eski mahallelerin, ahşap evlerin bile kendilerini beton kamyonlarına teslim etmeleri anlaşılabilir bir şey mi sizce?

Girit'ten gelen göçmenlerin ve yöre halkının bahçe içindeki tek katlı evlerinin görkemli bir apartman tutkusuyla bir bir yok edilişi hangi amaca hizmet ediyor anlayabiliyor musunuz?

Şehrin ortasında kalan kazara bu yıkımlardan tesadüfen kurtulmuş bir evi restore ederek bütün yıkımların ve günahların ifşası gibi kapısına mesela “Davutlar evi” yazarak koruma altına almak nasıl bir düşüncenin eseri olabilir?

Biz, son devrin Türkleri acayip kafalı insanlarız, beldeyi yıkık, dökük ve harap görmektense dümdüz görmekten daha çok zevk alırız. Bunun için de bir asırdan beri gücümüz ancak harabeleri dümdüz etmeye yıkmaya yetti.

Büyük şehirlerde gücümüz yalnız harabeleri yıkmakla kalmıyor, yerine ucubeler dikebiliyor artık, yirmi otuz katlı ucubeler ve beton yığınları.

Davutlar'da evimden Meydan'a inerken sağımdan solumdan beton kamyonları geliyor, beton kamyonları gidiyor. Tek katlı bahçeli evler yıkılıyor, yerlerine katlı apartmanlar geliyor. Modern ve mutlu yaşama arzusundaki sahiplerini bekliyorlar.

Bense onlara bakarak bir uzay mekiğini andıran bu binalarda insanların nasıl hapis hayatı yaşayacağını düşünüyorum ve içim daralıyor.

Böyle duygulara kapıldıkça yıllar önce okuduğum Gökdelen isimli ürpertici romanı anımsıyorum. Yukarı katlardan bir şişe düşüp kırılıyor, elektrikler kesiliyor, koridorlarda bir kavga kopuyor, alt kattakiler üsttekilere isyan ediyor. Ve yatışmayan bir kaos içinde hayat bir kabusa dönüşüyor.

Beldenin (Davutlar) son bahçeli evlerinden biri, o evin büyük ceviz ağacı, ha bugün ha yarın kapılarına gelip dayanacak kepçeyi bekliyor. Kepçe orada, takım arkadaşlarıyla birlikte dişlerini uzatmış bekliyor. Bu yeni zamanların, ruhsuz büyümenin ve merhametsiz kalkınmanın sembolü olarak… Bekliyor kepçe bir şeylerin kökünü kazımak ve dümdüz etmek için…

Hepinize iyi hafta sonları değerli Denge okurları.

Not: Aydınsporlu kardeşim Sedat’a Tanrı’dan rahmet, tüm sevenlerine başsağlığı dilerim.

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.