Takip Et
  • 28 Şubat 2014, Cuma

Şimdi ben “yumurta” deyip geçemem ki!..

Onunla ilk ne zaman tanıştık, ben kaç yaşındaydım şimdi tam hatırlamıyorum. Ama mutlaka bir Pazar günüydü, onu çok iyi biliyorum; zira ailece evdeydik.

Pazar günlerini genelde sevmem; hatta pazarlardan genellikle kaçarım. Güzel bir gecenin sabahında uyanmamışsam eğer, Pazar günleri sıkıcı, boğucu, tedirginlik dolu gelir bana.

Çocukluktan kalma derin bir sıkıntının izidir belki!..

Çünkü ders çalışmak yerine kitap, dergi, gazete okuduğumu, babam ve annem fark edecek diye korktuğum günlerdi pazarlar…

Çünkü ailece gezmeğe, misafirliğe gittiğimiz günlerdi.

Çünkü zoraki baba otoritesinin, itaatkâr anne sessizliğinin, içi kıpır kıpır ama eve tıkılmış kız kardeş vızıltısının en çok hissedildiği günlerdi…

Ama çocukluğumun Pazar günlerinde içimi ısıtan bir şey vardı ki, şimdi o sıcaklığın yeri doldurulamaz eksikliğini daha iyi anlıyorum.

Pazar gününe özgü sofraların eksikliği bu!..

O sofranın hazırlığı sadece mutfakta olmazdı. Tek tek aile bireyleri olarak hevesle ve duygusal olarak saatler öncesinden o sofralar için hazırlanırdık… işte bu eşsiz bir şeydi!..

Babamın Pazar günleri beni elimden tutup bahçedeki kümese götürdüğünü, kümesten aldığı taze yumurtayı, altından üstünden delik açarak bana “hüüüp,, diye içirdiği hâlâ unutmadım, unutamıyorum. Taze yumurtayı “hüüüp,, diye yutmak hayatımın en güzel zevklerinden biriydi.

Pazar sabahları kahvaltıda önümüze konan rafadan yumurtayı nasıl sevmem ben. Hele sahanda sucuklu yumurta ile ne hatıralarım vardır. O cızıltılı görüntüyü; kabarmış, katılaşmış akların ortasındaki göz alıcı sarı yuvarlakları görmek beni bazen çıldırtırdı.

Haydarpaşa Lisesi’nde okurken akşam yemeklerine bir bahane bularak mutlaka kantine yemeklerine bir bahane bularak mutlaka kantine kaçardım. Orada yaptırdığım sahanda sucuklu yumurtayı seyretmekten yemeği unuttuğum zamanlar da olmuştur. Daha sonraları yüksek tahsil yaparken Saray muhallebicisinde yediğim sahanda sucuklu yumurta günlerimi hiçbir şeye değişmem. Zaten annem ve babam çalıştıkları için evimizin tel dolabında devamlı olarak kavrulmuş kıyma ve et bulunurdu. Okuldan eve geldiğimde en büyük zevkim ocakta margarin yağıını eritip, üzerine biraz kavrulmuş kıyma ile yumurta pişirmek, anlatılmayacak kadar büyük zevklerden biriydi. Ama haşlanmış yumurtayla yoğurdun bir araya gelmesi de neydi Allah aşkına?

Bu olay ilk başladığında, çocuk aklımla bile babam da nereden çıkardı bu çılbır sevdasını, diye söylenir dururdum.

Hatta küçük çapta direnişler sergilerdim. Mesela tabağıma yoğurt koydurmaz, haşlanmış yumurtayı öylesine ekmek banarak yer, o arada da (babamın elinden çıkmış) leziz bir menemenin hayalini kurardıım.

Çok sonra fark etmiştim: Başka bir inceliği vardı çılbırın. Bir kap içinde kaynayan suya yumurtalar kırılıyor, onlar hemen top olarak katılaşmaya başlıyor kayısı kıvamına geldiklerinde kepçeyle alınıp tabaklara daha önce konulmuş hafif sarımsaklı yoğurdun üzerine yerleştiriliyordu. Ama asıl lezzet katkısı tabaklardaki yoğurt ve yumurtanın üzerine kırmızı biberler tatlandırılmış kızgın tereyağı gezdirilmesiydi. (Bu gezdirme sözcüğüne de bayılırım, doğrusu! Başlı başına iştah açıcıdır.)

İstanbul’da yüksek tahsil yaparken arkadaşlarımın benden en çok istedikleri menemen yapmamdı. Kendimi methetmek gibi olmasın ama menemen konusu benim uzmanlık alanıma giriyor. Nasıl lise ve yüksekokul yıllarında sucuklu yumurtayı başkalarına ısmarlayıp zevkle yiyorsam menemeni de kendim yapmazsam yiyemem. Menemen pişirmenin zevki en az yemesi kadar zevklidir. Domates, biber ve soğanları ufak ufak doğrayacaksınız onları yumurtayla karıştırıp bir macun haline getireceksiniz ve tavayı masaya koyduğunuzda üstü kaymak bağlamış yoğurt gibi sizi özendirecek... İstanbul’daki menemen gecelerimiz bugün bile en güzel anılarımın arasında öncelikle yer alır.

Bakkaldan veresiye domates, biber ve soğan gibi malzemeleri alışımız, benim büyük bir edayla mutfağa geçişim, arkadaşlarımın beni bekleyişleri ve bizim bir masanın etrafında rakı eşliğinde menemene ekmek bandırmamız... bu zevki, sadece yaşayanlar bilir.

Yumurta deyince omletin de hakkını yemeyelim. Omletin kesikle, sosisle, unla ve diğer malzemelerle yapılanları var hepsi de ayrı güzel... yumurta deyip, vazgeçememenin nedeni, piyazın üstündeki yumurtadan tutun da hangi türü olursa olsun ölesiye severim ve onsuz yapamam.

Yine de burada asıl vurgulamak isteğim şey artık unutulmaya yüz tutmuş yumurtay ve çocukluk anılarımı paylaşmak falan değil...

Vurgulamak istediğim şey birlikte yenen yemeklerin damak kadar ruhlarda da bıraktığı tatlar...

Haşlanmış yumurtaya yoğurdun solgun birlikteliğini birdenbire parlatan şey eminim babamın keyfini lokomotif olduğu aile soframızdı.

Yumurtadan bahsederken şunu da vurgulamadan geçemem: çoğu zaman amaç ne yediğiniz değil, nasıl ve kimlerle yediğiniz... çünkü yemek yemek denen o muhteşem olayı açlık dindirmek ve tıkınmaktan ayıran özellik, sadece damak tadı ve pişirmenin özellikleri filan değil. Benimle aynı sofrayı paylaşmamış olanların ihaneti koymaz bana. Ama birlikte yemek yediklerime gelince iş değişir.

İşte şimdi yediğim menemenlerden pek fazla zevk alamamam da herhalde bu nedenledir.

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.