Takip Et
  • 9 Mart 2018, Cuma

GRAND TÜRK…

Missouri… ABD savaş gemisinin ilk defa Türkiye’ye gelişini hatırlıyorum.

Biz çocuktuk… Nasıl bir heyecanla çıkmıştık sokaklara.

Amerikalılar gelmiş diyerek koşuşturuyor, Conileri heyecanla selamlıyorduk. Sanki uzaydan yaratıklar gelmişti.

Kendimizi beğendirmek için caddeler temizleniyor, kirli duvarlar boyanıyor, barlar pavyonlar badana yapılıyordu. Genelevler, randevuevleri elden geçiriliyordu.

Çağ atladığımızı zannetmiştik… Hey gidi günler.

Her mahalle de bir milyoner… Küçük Amerika olacaktık. Devrin iktidarı öyle söylüyordu.

Missouri Türkiye’ye Amerika’dan gelen ilk gemi değildi. İlk gemi 1786 yılında Osmanlı limanlarından birine yanaştı.

Adı “Grand Türk” idi… İçinde taşıdığı yolcular ise, Anadolu’ya ekilmek üzere gönderilen ilk nifak tohumları olan misyonerlerdi. İlk önce İzmir ve çevresine yuvalandılar. Türk devletinin geniş hoşgörüsünden (aslında gafletinden) yararlanıyorlardı.

Anadolu’da birçok misyoner okulu açtılar. Okullarına öğrenci olarak da daha çok Bulgarları, Ermenileri, Rumları, İngilizleri, Yahudileri ve Kürtleri aldılar! Yeni kiliseler kurdular, etrafında cemaatler oluşturdular.

Matbaalar kurdular ve maalesef bu milletin aleyhinde binlerce kitap, dergi vs. basmak suretiyle kararlı bir şekilde faaliyetlerine devam ettiler.

1863 yılına gelindiğinde bu matbaalarda Ermenice, Rumca, Bulgarca, İbranice, Kürtçe ve Türkçe basılan kitap sayısı 160.000’i aşmıştı. 1900 yılına gelindiğinde ise sadece Anadolu’da(İstanbul dahil) 400’ü aşkın okulda 17.500 civarında öğrenci okutmaktaydılar.

Daha doğrusu, nifak tohumlarını bu öğrencileri zehirlemek suretiyle ekmekteydiler. O sıralar Osmanlı’da okulların tümü 63 adet, okutulan öğrenci sayısı da sadece 6.800 idi.

Dönemin ABD Başkanı Theodore Roosevelt’e göre dünyada herkesten önce ezilmesi gereken bir Türk gücü vardı. Zaten misyonerlere verilmiş olan talimatta da öz olarak başka bir şey söylenmiyordu.

Misyonerlere: “Bir fetih savaşına girmiş askerler olduğunuzu unutmayın. Sizin silahınız Tanrı’nın inayeti ile güçlendirilmiş manevi bir silahsa da, bu mukaddes ve vaat edilmiş topraklar silahsız bir haçlı seferiyle geri alınacaktır.” denilmekte idi.

Yani “Grand Türk”ün yolcuları aslında; “Büyük Türk”ü “Küçük Türk” yapabilmek için gelmişlerdi.

Bulgaristan’ı kuranlar, başta Robert Koleji olmak üzere bu okullarda yetiştirildiler.

Sonunda bağımsız Bulgaristan kuruldu!

Bir yandan misyonerler aracılığı ile Anadolu’da can vermek üzere olan Hıristiyanlığa can suyu verilerek Anadolu yeniden Hıristiyanlaştırılmaya çalışılıyordu.

1948’den başlayarak, etkileri 1970’li yıllara kadar devam eden Marshall Yardımı kapsamında, o dönemde Anadolu’da her evde koyun, keçi veya sığır (süt hayvanı) bulunduğu halde, içine ne katıldığı bilinmeyen süt tozları, bütün Türk çocuklarına (okullarda) dağıtılıp içirilerek geri zekalı bir nesil oluşturulmaya çalışıldı! Buna rağmen Menderes döneminde hiç bilmediğimiz Kore’ye gittik ve Amerika için savaştık. Kan döktük, can verdik… Hatta şarkılar besteledik ve hep birlikte söyledik.

 

“Amerika, Amerika,

Türkler dünya durdukça,

Beraberdir seninle

Hürriyet savaşında

**

Bu bir dostluk şarkısıdır,

Kardeşliğin yankısıdır.

Kore’de olduk kan kardeşi,

Sönmez bu yangının ateşi…”

 

Ama kazın ayağı hiç de öyle değildi. 1960 yılına geldiğimizde ise yeni bir tezgah daha sahneye konulmuştu.

O yıl ABD büyükelçiliğinde bir albay başkanlığında 18 kişiden oluşan bir kürt işleri bürosu kuruldu. Bu büro aracılığıyla çok iyi Kürtçe konuşabilen ve bölge hakkında çok geniş bilgilerle donatılan yeni ajanlar yetiştirilmeye, hiç vakit kaybetmeden Anadolu’ya gönderilmeye başlandı.

Bu ajanlara, şeytanın silah arkadaşı olan Fransa Paris’te Kürtçe öğretildi.

Ajanların çok büyük bir bölümü çok zeki, çok genç ve çok güzel kızlardan oluşuyordu. Bu güzel kızları, o yolu yolağı olmayan Kürt köylerinde gören kürt ve Türk gençlerinin ise içleri gidiyordu. Ne kadar da güzellerdi…

O zamanlar, Türkiye’de devam eden bir savaş olmamasına rağmen, bölgede görevlendirilen bu ajanlara “Amerikan barış gönüllüleri” deniyordu. 1969 yılı itibariyle 69 ilimizde toplam 232 barış gönüllüsü bulunmaktaydı. Bu sözünü ettiğimiz “Barış Gönüllüleri” ABD tarafından 1961 yılında yılında dönemin ABD Başkanı John. F. Kennedy tarafından parlamento kararıyla başlatılan bir projeydi.

Proje kapsamında ülkemize gelen gönüllü (ajan) sayısı resmi makamlara göre 1201 idi, ancak gerçek sayının ne kadar olduğu hiçbir zaman tespit edilemedi!

Sonrası? Doğu’daki PKK hareketinin başlangıcı bir 10 yıl sonraya rast gelir! Yani bu barış gönüllülerinin icraatları bu topraklara saçılan kin tohumlarına mükemmel birer gübre olmuştu! Hani şimdi büyüklerimiz devletler terörle ortak olur mu diyorlar ya çok gülüyorum…

Aslında bu sözleri söyleyenler, bir zamanlar örneğin 68-69’lı yıllarda biz İstanbul’da ABD 6. filoyu taşlamaya giderken, “Yankee go home” derken bize saldıran, “Komünistler Moskovaya” diye bağıranlardı. Amerika Lozan’ı, Dünya’da kabul etmeyen tek ülkedir. Amerika bugünkü Türkiye sınırlarını hiçbir zaman tanımamıştır. Kısaca başkaları için sürpriz olabilir ama bizim için şaşılacak bir durum yoktur.

Hepinize iyi hafta sonları Denge okurları. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.