Takip Et
  • 8 Nisan 2016, Cuma

Bir ilkbahar sabahı...

Aklım ve masam uzun zamandır müthiş bir uyum içindeler, karmakarışık!

Bu duruma o kadar alıştım ki dinlediğim şarkılara, yazdığım cümlelere, bakışlarıma bile yansıyan bir dağınıklıktan söz edilebilir.

Bütün suç mevsimlerin mi? Bahar ya da kış ilkbahar ya da sonbahar, hepsi beklediklerimizi karşılamaya çıktığımız bir şenlik olmalıydı, belki bir müjde. Öyle karşılamalıydı bizi mevsimler. Oysa ki yaşamanın caddelerinde kocaman boşlukları doldururken içimizdeki boşlukları büyütüyoruz.

Kirli hesaplar, kirli hayatlar, doymak bilmez iştah ve hilelerle yaşamak zorunda kalınan bir hayat… Ne yaparsak yapalım mekanlara, kalabalıklara, mevsimlere sığamıyoruz işte.

Başka bir dünyanın, yeni bir baharın hülyasına olan büyük aşkımız da belki bu yüzden…

Üstad Bedri Rahmi: “Ağaç bütün, ışık bütün, meyve bütün, benim dünyam paramparça” derken, içimizde hiç durmadan kırılan, kirlenen, lime lime edilen bir mevsimlikten bahsediyor gibi.

Evet paramparça olan bir şeyler var. Hangi gerçekten kaçınca parçalanılmaz, hangi dağ başına çıkılsa toparlanılır, hangi çiçek koklansa iyileşir bilemediğimiz bir kırılganlık. Bilmiyorum, yeni bir mevsimin koynuna girmek, uzak bir coğrafyaya gitmek iyi gelir mi? Geçmişe dönmek, yeni elbiseler giymek, aynaya bakmak, saçını taramak, yeni şarkılar söylemekle huzur bulur mu?

Bilmiyorum; kimsenin gürültüsünden, kirliliğinin içimize değmediği bir bahar mümkünmüdür?

Maalesef her şeyi söylemenin mümkün olduğu yerde, hiçbir şey söylemeden susuyor, anlamlandıramadığım bir hüzün kuşanıyorum. Bir bahar umudu bekleyip duruyorum. Bilemiyorum, insanın kendinden kaçması, kalbine yabancılaşması, nasıl bir tutarsızlıktır. Bilemiyorum bahçemiz nerede?

Halbuki bu mevsimde insan toparlanır değil mi? Bu mevsimde baharın koynundan deniz toplanıyor.

Güneş ve yaşama sevinci…

Biraz gelincik, lale, papatya…

Belki tere, pancar, yeşil soğan, kuzu kulağı, sarmaşık…

Belki dağların bütün renkleri akarsuların gümbürtüsü toplanır.

Çocukluk, anne şefkati, ilk aşklar biraz anı, çokça mutluluk toplanıyor.

Ey bahar!

Toprağa ihanet eden insanoğluna topraktan sunulan en güzel hediye gel artık!..

Ey bahar!

Kırlangıçlara mevsimlik bir ömrün nasıl yaşandığını anlatan mevsim gel artık!

Ey bahar!

Gökyüzü, deniz, rüya, su, bahar, nisan, mavi, yeşil, sabah gün çocuk…

Ey bahar gel artık!

Sabrettik fırtına dinsin.

Gün güneşli olsun.

Çiçekler açsınlar

Kederler, şehitler, ölümler azalsın.

İnsanlar kendine gelsin.

Ey bahar gel artık!

Günün gölgesi üstümüzden kalksın.

 

Yazarın notu:

Sanatçı Edip Akbayram geçen hafta Didim’de yaşayan annesini kaybetti. Başı sağolsun biz Edip ile 1972 yılında kısa bir süre de olsa aynı evde kaldık. Kendisi Nişantaşı dişçilik fakültesinde okuyordu. Nişantaşı’ndan Beşiktaş’a inen bir yol vardır sola yay çizerek. Aşağıya inen, tam da bu yayın karşısında önden iki kat aşağıya inen arkadan ise yol seviyesinde olan bir dairede ben Edip, Etem ve Kemal birlikte kaldık.

Edip Akbayram Hürriyet gazetesinin Altın Mikrofon yarışmasına hazırlanıyordu o sıralar. Edip yarışmayı kazandı, geldi, bizimle vedalaştı. Ondan sonra bir daha görüşmek mümkün olmadı. Bu vefat benim yıllar önceki anımı da tazelemiş oldu. Tekrar başsağlığı diliyorum.

Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.