Takip Et
  • 6 Kasım 2020, Cuma

BİR İSTANBULLU'NUN GÖZÜNDEN İZMİR…

İzmir depremi yüreklerimizi yaktı. Yitirdiğimiz canlara rahmet diliyorum. Hepimizin başı sağ olsun.

Bir kez daha gördük ki, deprem değil, depreme dayanaksız binalar öldürüyor.

“Fuhuşun, alkolün, kumarın başkenti İzmir Allah’ın gazabına uğradı” diye sosyal medya da yazanları bende Allah’a havale ediyorum.

Böyle felaketleri, Tanrı’ya fatura etmek ya da her deprem olduğu gibi pespaye bir dille meseleyi kılığa, kıyafete, zinaya, alkole bağlayıp “Tanrı ceza veriyor.” Gibi açıklamalarda bulunmak kötülüğün ta kendisi.

Bu yaklaşım içinde olanlara bakın; doğayı bilmiyor, doğa yasalarını ve işleyişini bilmiyor, fizik kuralları ya da mühendislik nedir bilmiyor, deprem ülkesi Japonya gibi ülkelerin elde ettiği başarıyı bilmiyor ama güya dini biliyor, güya Tanrı’yı biliyor. Din ne çektiyse bu cehaletin elinden çekti, çekiyor. “Cahillerden yüz çevir” ayetini bu zavallılara hatırlatarak bir İstanbullunun gözünden (Emre Dölcel) İzmir yazısına bakalım: “İstanbul doğumluyum. Dededen İstanbullu, İstanbul’un yerlilerinden dedikleri… Hep gurur duydum bununla, sanki marifetmiş gibi… Hep kızardım İzmir aşıklarına. Abartı bulurdum, İzmir “şak şak” çılığını. Ne alakası var derdim hep… Ne farkı var İzmir’in diye düşünürdüm. Sonra İzmir’i tanımaya başladım. Derken İzmirlileri… Çok güzellerdi. Hala çok güzeller.

Harbi, özgür, açık sözlü, umursamaz. Sonra bana “söğüş” getirdi canım “İzmirli”. Usta, o nedir ya? Ben o söğüş için bile yaşarım İzmir’de… Sonra bir 10 Kasım’da İzmir’e gittim. Yanımda “has” bir İzmirli ile. O neydi? O nasıl bir saygı, o nasıl bir anma, o nasıl bir düzen. O nasıl bir sevgiydi?

Yine de bir “yok canım, o kadar da değil” durumu oldu. Dün İzmir sallandı. Hem de ne sallanma… Ölenler, enkaz altında kalanlar, evsiz kalanlar…

Bir yandan yüreğimi burkan acı, bir yandan endişe, bir yandan da “şimdi ne yapacak bu insanlar” sorusu… Derken Instagram da bir paylaşım gördüm. İzmir’deki oteller odalarını depremzedelere tesis etmeye başladı. Aferin be dedim. Sonra tüm toplu taşıma ücretsiz oldu.

İnsanlar paylaşım yapmaya başladılar; “wi-fi” şifremizi kaldırdık, dilediğiniz gibi kullanın diye.

Gözlerim doldu, titreyerek okuyorum. Restoranlar, kafeler” gelin hadi, sabaha kadar sizinleyiz, sıcak çorba ikramımız, birlikte olalım bu gece, misafirimizsiniz”

bir vatandaşımız yazmış; evim küçük, olsun, gelin çay demleriz, birlikte otururuz diye davet ediyor bir depremzede aileyi… Çadırlar kuruldu. Tanrım o da ne? Etrafta yaşayan evlerden insanlar sıcak yemekler, çaylar, çorbalar yapıp getiriyor.

Birden İstanbul Atatürk Havalimanı’ndaki patlamada kaçışan insanları taksisine almak için 100 dolar isteyen o taksiciyi hatırladım.

Komşu apartmandan bir kadın, depremzedeye “merak etmeyin, biz buradayız” diyordu.

Geçmiş olsun denizi kız, kızı deniz kokan İzmir, İzmir’in dağlarında çiçekler açıyormuş gerçekten, anladım…

İstanbullunun düşünceleri burada bitiyor. Aklımıza gelmişken herkesin dilinden düşmeyen Cahit Külebi’nin dizeleri “İzmir’in denizi kız. Kızı deniz. Sokakları hem kız. Hem deniz kokar.” Sözleri bir İzmir şiiri değildir. bu dizeler şairin Atatürk’e ağıt isimli şiirinin arasında geçer.

Bazıları bu sözleri cinsellikle bağdaştırıyorlar. Oysa “İzmir kızları” cinsellikleri değil, çağdaşlıkları ile “İzmir kızları”dır. Kentin batıya açılan bir liman olarak gelişimi içinde, bugün Levanten denen Avrupalı ailelerin gelip yerleşmeleri, Kurtuluş Savaşı sonunda kenti terk edip gitmek zorunda kalan azınlıkların batıyla içli dışlı yaşamları, kentin ve insanların sosyal yaşamını yakından etkileyince, İzmir’in kızları çok daha tutucu Anadolu kızlarının çok önünde geliştiler. Kaç göç olmadı onlarda… Batıdaki yenilikleri çok çabuk benimsediler… Sadece şekilde, giysilerinde, makyajlarında değil, yaşam tarzlarında da. Erkekler önünde ezilmediler. Kendilerine güvenleri, onların toplumun doğal eşit insanları olarak yetiştirdi. Herkese iç güvenin verdiği cesaretle yaklaştılar. Uzaktan elleri sıkmakla kalmayıp, canları isteyince kendileri el uzatır oldular. “O ne söyler, bu ne söyler” korkuları olmadan, sokaklarda güler yüzle dolaşmaya cesaret ettiler. Erkekler onlar için öcü değil, eşit insanlar oldu.

Herkesin ağzında olan İzmir’in denizi, kızı bir İzmir şiiri değildir herkesin bildiğinin aksine. Ama şairin İzmir için yazdığı güzel bir şiiri vardır:

“Şimdi İzmir’de. Şimdi İzmir’de sabahın sekizi

Karşıyaka’da, Alsancak’ta, Güzelyalı’da

Bir ağ dolusu balık gibi gençliğimizi

Daha yeni çektik denizden, rüyalarımızı da…

Türküler övüyor sevgimizi, şimdi İzmir’de sabahın sekizi

Şu deniz, şu gemiler, bizim malımız

Altın saçar gibi güneş tembelliğimizi

Karınca gibi çalışıyor adamlarımız

İncir işleyen kızlar sayıklar hikayemizi

Şimdi İzmir’de sabahın sekizi

Rüzgâr yalnız saçların için

Tanrı öyle birleştirmiş ki sevincimizi

Ne umutsuzluklar var ne korku ne kin…

Fotoğraflar çekiyor resimlerimizi

Şimdi İzmir’de sabahın sekizi

Okaliptüs, yosunlar aşkımızla öpüşür

Anneler emzirir hayallerimizi

Bütün kızlar bizim için salınarak yürür

Ama zaman boş koydu hayallerimizi

Şimdi İzmir’de sabahın sekizi

Gözyaşlarım yüzüne döküldü, anlamadı

Aynı yastıkta bitirdik birbirimizi

Altın kemerlerin içi boş kaldı.

Hangi zalim eller biçti ekinlerimizi?

Hepinize iyi hafta sonları değerli Denge okurları 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.