Takip Et
  • 2 Temmuz 2021, Cuma

KAÇ TÜR GAZETECİ VAR?

Bu köşede zaman zaman gazeteciliğe dair düşüncelerimi yazıyorum. Belki gençlere faydası olur diyerek. Temas ve mesafe mesleği olan gazetecilik bu mesleğe giren bazı kirli kişiler tarafından maalesef kirletiliyor.

Bugünkü yazıma 1970'li yılların başından bu yana tanıdığım, kendisine ustam dediğim değerli şair, yazar ve gazeteci Okan Yüksel'in bir yazısıyla başlıyorum.

"Türkiye'de kaç tür gazeteci var? Diyeceksiniz ki bu ne biçim bir soru? O zaman biz söyleyelim.

Türkiye'de kaç meslek varsa o kadar da gazeteci var. Atilla İlhan Türkiye'de her üç kişiden dördü şairdir diyor.

Tanrı eksikliklerini göstermesin, Türkiye'de gazeteci olmayan ya da gazetecilik yapmayan kimse yoktur. Eli kalem tutsun, tutmasın, basın mesleğinde ter döksün dökmesin, öyle beyler, hanımlar vardır ki, ‘Biz gazeteciyken’ diye söze başlayıp ahkam kesmeye başladıklarında gerçek basın emekçisine susmak veya karşındakinin ağzının payını vermek düşer.

Adam meyhaneci, gazetecidir. Adam posta memurudur, gazetecidir. Adam taşra doktorudur, gazetecidir. Adam kasaba avukatıdır, gazetecidir. Adam mebustur, gazetecidir.

Yani bu memlekette kaç milyon kere milyon gazeteci vardır, mesleğini sorduğunuzda öğrenirsiniz.

Çünkü ilk meslekleri nedense gazeteciliktir. İyi, hoş, güzel de gazeteci olarak yaşamını sürdürenler eğitim veya öğretim durumlarına göre, biz ekonomistiz, biz doktoruz, öğretmeniz, mühendisiz demezler Hiçbir meslek kurumunu veya kuruluşunu aşağılamak veya küçümsemek için söylemiyoruz ama asıl mesleklerini bir yana bırakıp, iki satır yazı, üç satır fıkra, dört satır şiir yazanlar hemen gazetecilikten dem vurmaya kalkarlar. Kaç tür gazeteci var?

Ayhan Poturoğlu’nun “Bir gazetecinin kısa ölüm notlarını” okurken, Türkiye'de kaç gazeteci var diye değil, Türkiye’de kaç tür gazeteci var diye sormak geçti usumdan.

Söyleyelim, Türkiye'de milyonlarca gazeteciyim diyen vardır ama bize göre en önemlisi iki tür gazeteci vardır. Palto tutanlar, kafa tutanlar.

Asıl mesleği gazetecilik olup da palto tutanlara göre iyi gazeteci, en iyi haberi uyduran gazetecidir. Ya da en tüyler ürperten resmi basan gazetecidir. Bu tehlikeli bir şeydir. Çünkü bu türden ideolojik yozlaşma basının saygınlığını yemeğe başlar. Basının kurum olarak saygınlığını yemesi demokrasinin işlemesi açısından çok büyük önemi olan bir kurumun kendi kendini yok etmesi anlamına gelir. Bunun toplumsal, siyasal sonuçları uzun vadede çok daha ciddidir. Ülkemizde de bu ciddi durum bütün boyutları ile yaşanmaya başlanmıştır.

Palto tutanlar yani gayri ciddi gazeteciler, kafa tutanları yani ciddi gazetecileri küçümsemeye, “kaç satıyorsunuz arkadaş” demeye, yazmaya başlamışlardır.

Domesthenes bir meyhaneye gitmiş görmesinler diye arkalarda bir yer arıyormuş. Diogenes görmüş demiş ki; Ne kadar arkalara gidersen meyhaneye o kadar girmiş olursun. Kaç satıyorsunuz arkadaş diye soran ve yazanların da kafa tutanlardan, palto tutanlar safına katılanlar olduğunu görünce de Diogenes gibi kaç trajlı gazetede yazarsanız yazın, kaç satarsanız satın, önemli değil. “Kendinizi kaça satıyorsunuz arkadaş” deme hakkınız doğmuyor mu?

İlk mesleği gazetecilik olanlar, beynini ve yüreğini gazeteciliğe adayanlar; gazetelerinin sayfalarına emekçi penceresinden bakanlar dışında kalanlardır. Sanki Rifat Ilgaz'ın şu sözleri; Benden geçti mi demek istiyorsunuz/ Aç İki kolunu iki yana/Korkuluk ol! Biz gazetecilikte kafa tutanlardanız” Okan Yüksel ustamın yazısı burada sona eriyor.

Gelelim medyamız hakkındaki düşüncelerime: Medyamızın görünür yanı içler acısı. Devlete ve iktidara iliştirilmiş bir gazeteciliğin peşinde rant için koşanları etiketlerine bakıp gazeteci sanıyor insanlar. Oysa gazetecilik onurlu bir meslektir. Ne mutlu ki, bu onurlu mesleği günümüzün zor koşulları içinde bile sürdürebilen kalemlere sahibiz.

Varsın yandaş medya çoğunluk olsun, varsın yandaş medya sermayeye yaslansın. Ama bir avuç gazeteci bu ağır ortama rağmen halkı bilgilendirmekten geri durmuyorlar. Haber ve yorumlarıyla halkımıza umut veriyorlar.

İki küçük çocuğa Elmalı'da yapılanları bu medya duyurmasaydı failleri dışarıda geziyor olacaklardı. Onun için öfkem içime sığmıyor.

Bu aralar Nazım Hikmet'in mazeret şiirinden son dizeleri hatırlıyorum. Şöyle diyor usta; “Öfkeden ağlayasıya sersem, gaddarcasına bedbahtız, fakat asla umutsuz değiliz.”

Yazımı Murathan Mungan'ın bir şiirleri ile sonlayacağım. Acımasızca işkence edilen, öldürülen yiğit çocuklar için.

Bak yine yaklaşıyor fırtına

Bak yine yükseliyor dalgalar

Yollardan sonra

Yıllardan sonra

Şarkılar söylüyor çocuklar

Yollardan sonra

Yıllardan sonra

Yeniden yan yana onlar

Ne geçmiş tükendi, ne yarınlar

Hayat yeniler bizleri

Geçse de yolumuz bozkırlardan

Denizlere çıkar sokaklar.

Hepinize İyi hafta sonları değerli Denge okurları. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.