Takip Et
  • 28 Şubat 2020, Cuma

MAHUR BESTE

Bugün 28 Şubat 2020. Deniz Gezmişin doğum günü, yaşasaydı şimdi 73 yaşında olacaktı.

Deniz Gezmiş 28 Şubat 1947 tarihinde Ankara’nın Ayaş ilçesinde doğdu. Annesi be babasının öğretmen olması nedeniyle ilk ve orta öğrenimini Sivas’ta tamamladı.

Liseyi İstanbul’da okudu. 1965 yılında Türkiye işçi partisinin Üsküdar ilçe başkanlığına aday oldu. Henüz lise yıllarındayken tanıştığı sol görüş ile genç yaşta kendini eylemlerin ortasında buldu. 1966 yılının Kasım ayında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi. 1967 yılında öğrenci örgütlerinin düzenlediği Kıbrıs Mitingi sırasında Aşık İhsani ile birlikte ABD bayrağı yakılması nedeniyle gözaltına alındı. 30 Temmuz’da 6. Filonun İstanbul’a girişini protesto etmek suçundan tutuklandı. 1968 yılında Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşünü düzenledi.

9. Ekim 1971 idama mahkûm edildi. 6 Mayıs 1972 tarihinde Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ile birlikte saat 1 ile 3 arasında Ankara merkez kapalı ceza evinde idam edildi.

Deniz Gezmiş devrimci öğrenci lideri ve siyasi aktivistti. Ben bu gün sizlere Atilla İlhan’ın bu üç gencin idamıyla ilgili yazdığı bir şiirin hikâyesini anlatmak istiyorum.

Bu şiir daha sonraları Ahmet Kaya bu şarkısı tarafından bestelendi. Müjgan’la ben ağlaşırdık ismiyle… Eşimin adı da Müjgan olduğundan Ahmet Kaya’nın bu şarkısını hem çok sever hem de çok dinlerdim, fakat öyküsünü daha sonra öğrendim.

Çocukluk arkadaşımla, uzayan bir gecenin sarmalında geçmişten bugüne yaşanmışlıkları, öfkeleri, hüzünleri, pişmanlıkları konuşuyorduk… Dertleşme daha doğru bir sözcüktü galiba… Fonda o güzelim “ Bir Mahur beste” çalıyordu. Arkadaşım birden “ Bu şarkının hikâyesini biliyor musun?” diye sordu. “ Büyük şair Atilla İlhan’ın şiiri işte, Ahmet Kaya’da şahane bestelemiş, çok severim” dedim. “ Hayır” dedi arkadaşım: “ Neden, kimin için yazmış biliyor musun?” “ Bilmem, Müjgan isminde bir sevgiliye yazılmıştır belki” yanıtını verdim. Bir buruk gülümsemeyle başını iki yana salladı: “ O şiir üç fidan için yazıldı!” üç fidan, ölümsüzlüğe koşan Deniz, Yusuf, Hüseyin’in her duyduğumda yüreğimi acıtan ölümsüz sıfatlarıydı. Sonra hikâyeyi anlattı. 12 Mart sonrasının kahır günleriydi… Bir sabah, 6 Mayıs 1972 sabahı duymuştu haberi radyodan Atilla İlhan; Denizlere kıymışlardı… Karşıyaka’dan Konak’a gitmek üzere bindiği vapurda, bulanık, simsiyah, alçalmış bir gökyüzünün altında, hırçın, çalkantılı denize bakarken henüz yazılmamış şiirin ilk mısraları düştü aklına:

“ Bir yangın ormanından düşmüş genç fidanlardı

Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı

Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı

Gittiler akşam olmadan ortalık karardı…”

Rıhtım boyunca sürekli tekrarlayarak yürüdü.

Bu mısralar “ Mahur Beste”nin ikinci kıtası olacaktı.

Benim bir kadının adı sandığım müjgan ise eski dilde “ Kirpik” anlamına geliyordu!

Atilla İlhan bir şairin hassasiyeti ile Deniz, Yusuf ve Hüseyin için ağladığını anlatıyordu aslında!

“ Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız

O mahsur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız

Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız

Yalnız kederli yalnızlığımız da sıralı sırasız

O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız

Bitmez sazların özlemi daha sonra, daha sonra

Sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara

Simsiyah bir teselli olur belki kalanlara

Geceler uzar hazırlık sonbahara”

Arkadaşım “ Hadi” dedi. “ Bir de bu gözle dinleyelim Mahur Beste”yi dedi. Dinledik…

Müjganla birlikte hep beraber ağlaştık! Sigaramın dumanına sarsam da saklasam seni…

Gece sürüyordu… Kaçıncı devirmiştik acaba? Geçmişe karışmıştı, sayamıyordum. Tam o sırada çalmaya başladı “ Sigaramın dumanına sarsam seni” türküsü… Ezginin Günlüğü söylüyordu… Arkadaşım, yine aynı soruyu tekrarladı. “ Peki, bunun hikâyesini biliyor musun?” yok artık; efsane Ezgi’nin günlüğünün, efsane türküsü, gerçi sezen de çok güzel söyler.”

“ Kimin söylediğini sormadım; hikâyesini biliyor musun?” “ Bir terk ediş, terk ediliş, ardından yakılan bir ağıt olduğu kesin!” Doğru ama eksik! Bu türkünün asıl ismi 1980!”

Arkadaşım, anlattı, ben yine “ Müjgan’la birlikte” dinledim! 12 Eylül ihtilalının ardından binlerce kez yaşanmış, yaşanmak zorunda kalınmış, çok keskin, bir o kadar bilindik bir trajediydi. Askeri rejimin mimlediği, “ Aranıyor” afişleriyle ilan ettiği bir devrimcinin zorunlu gidişinin, ardından sevdiğinin içe işleyen ağıt yakışının hikâyesiydi.

“ Sigaramın dumanına sarsam da saklasam seni

Gitme gitme gittiğin yollardan dönülmez geri

Gitme gitme el olursun sevgilim incitir beni

Yokluğuna ah yol yol olsa uzasa unutmam seni

Akşam vakti sardı yine hüzünler

Kalbim yangın yeri gel beni kurtar senden

Akşam vakti dolaştım sokaklarda

Yırtık bir afiş seni gördüm duvarda”

Gece bittiğinde, sabah kalktığımda iki şarkının sözleri art arda dönüyordu düşüncelerimde… Hikâyelerini bir kez daha okudum, şarkıları dinledim. Şimdi hatırlayamadım birisi şöyle diyordu: “ Gidenin ardından sarılan bir sigara varsa bununla içilir işte o… Gidenin ardından bakılmışsa yıllar evvel; ağlanmışsa deliler gibi ve bir gün dinmeyen özlem uyuşturmuşsa bedeni ve en önemlisi başka bir hayattan gitme vakti sende ise… İşte o anın şarkısıdır. Sigaranın dumanına sarılır bir ruh ve hiç ulaşamayacağı bir adrese yollanır… Sunturlu bir küfür salladım hayatları darmadağın eden, yok eden, zehir eden kara gözlüklü küçük adamlara… Üç fidanla birlikte yitirdiğimiz tüm güzel insanları andım. Sigaramın dumanında…

“ Ne kadar çoktular, ne kadar güzeldiler, nasılda sonsuzluğa karıştılar…”

Hepinize iyi hafta sonları değerli Denge okurları. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.