Takip Et
  • 25 Aralık 2015, Cuma

Türküler türküler...

İlk dinlediğim türkü hangisiydi? Bunu ne yazık ki çıkaramıyorum. Türkülerin bende büyük izleri vardır. Türkü denince aklıma şu dizeler geliyor:

Şairim, şiirin hasını ayak seslerinden tanırım. Ne zaman bir köy türküsü duysam şairliğimden utanırım.

Hatırlayabildiğim ve hala dilime gelen türkü ise hiç şüphesiz, en çok Muzaffer İzgü'nün sesine yakışan 'Köprüden geçti gelin'. Radyolarda çalınırdı. Düğünlerin de vazgeçilmeziydi. 1960'ların sonunda ve 70'lerde Yüksel Özkasap da söylemiş miydi, şimdi aklımda değil. O yılların en yanık, en popüler sesi Yüksel Özkasap'tı. Evimizin, dostlarımızın türkücüsüydü o. Benzersiz bir sesi vardı. Gümbürtülü, biraz çatallı ama yangın, burgu burgu içe işleyen bir ses. Yüreğinizi yerinden söküp çıkarıverecek sanırsınız. "Nem kaldı", "Ayrılık kolay değil" fakat en yürek yakanı da galiba "İşte gidiyorum çeşm-i siyahım"dı. "Sermayem derdimdir. Servetim ahım…" Dağlar kızı Reyhan'da "Alem sana heyren" deyişi vardı ki, ömre bedel.

Arkadaşlarım ve çevremdeki erkekler niçin hep kederli türküler dinlerlerdi? Bunu hiç anlayamadım. Efkarlı türküler dinliyor. Bazen bir türkü için bir şarjör mermi boşaltmaktan çekinmiyorlardı. Anneminse bir tek türküsü vardı:

"Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar."

O türküyü ne zaman duysa ağlardı.

Mehmet Özbek, Türkülerin Dili kitabının başında, soylu türkülerin başlı başına bir öğretmen olduğunu söylemişti. Benim de ilk öğretmenimdi türküler. Gurbeti, aşkı ve kederi daha yaşamadan onlardan öğreniyordum.

Selda Bağcan'ın "40 yılın 40 türküsü" adlı albümü sadece unuttuğum türküleri, şarkıları hatırlatmakla kalmadı bana; çocukluğumu, ilk gençliğimi, bir dönemi bütünüyle türkülerden ibaret kendi renkli müzik tarihimi, çıkarıp getirdi.

Radyo günleriydi ve sabahın erken saatlerinde evler, türkülerle yıkanırdı. Bir de gece yarıları boğuk ve kederli sesleriyle… Türkülerin bir başka yaşama alanı da düğünlerdi elbette. O yıllarda, 70'lerin ilk yarısında, çevremizde sıkça çalınıp söylenen birkaç türkü vardı:

Bodrum hakimi, Denizin dibinde Hatcem, Halkalı şeker ve Evreşe yolları…

Sonuncusunu okuldaki müzik derslerinde de söylerdik. Fakat okulun resmi ve vazgeçilmez türküleri, "Kara basma iz olur" ile "Karsa gidelim Kars'a"ydı. O türküleri hiçbir zaman sevemedim. Fakat bütün bunlar bir yana hayatımıza nüfuz eden, Yörük Ali türküsüydü. Yörük Ali, hemşerimiz, milli kahramanımızdı ve efsanesi sımsıcak yaşıyordu. Onu dinliyor, onu söylüyor, onunla gururlanıyorduk.

"Şu Dalma'dan geçtin mi? Soğuk ta sular içtin mi? Efelerin içinde Yörük de Ali Efe'yi seçtin mi?"

Selda Bağcan türküleriyle tanışmam 70'lerin ortalarına rastlar. Yoksa daha önce miydi? "Çemberimde gül oya" daha eski yıllarda geliyor olmalı. Gençliğimde sola meyilim vardı. Okuduğum şiirler, dinlediğim türküler hep soldandı; "Vurulduk ey halkım", "Böyle gelmişi böyle gitmez", "Aldırma gönül". Selda Bağcan, içimde yükselen heyecanlara denk düşüyordu. 1980 yılı yazında Philips marka külüstür bir teybim oldu. Cem Karaca, Ruhi Su, Zülfi Livaneli dinliyordum. İstanbul'da aynı evde kaldığım Edip Akbayram'ın kasetlerini almıştım. Gece gündüz teybin sesini sonuna kadar açarak çalıyordum. Eylül'de darbe oldu. Annem, başıma bir iş gelir diye kasetleri yok etti.

Darbe günleri, dinlediğimiz müziklerin seyrini de değiştirmişti. Neşet Ertaş'la bu dönemde tanıştım. Orhan Gencebay ve Ferdi Tayfur'la da. Kimi arkadaşlarım onlar için ölüyordu. Ben ne Orhan Baba'yı ne de Ferdi Tayfur'u sevebildim. Anladım ki arabesk bana göre değildi.

Dönemler, yıllar, zevkler ve sanatçılar değişti, türküler hiç değişmedi. Bir bağlama, kırık telli bir saz, bazen insana bütün ömrünü feda ettirecek kadar büyüler. Bu duygu çok eskidir bende. Akşam olup el ayak çekilince, toprak damlı köy kahvesi duvarlarında gölgeler gezinirken, sazını omuzlayıp gelen bir sevdalı adam Burhan. Gözlerini yumar, türküler söylerdi. Sevinçlere, kederlere, adını bilmediğim duygulara savrulurdum. Bir gün elimize bir saz geçti, arkadaşlar dahil herkes uğraştı. Ne yazık ki çalmayı başarabilen olmadı. Bu yüzden bir sazın tellerine dokunan bir mızrap hala kalbime vuruyor gibi yaralanırım. Her türkü, kederli bir bahtiyarlık bırakıp gider bende. Şu yeryüzünde üç şeyden mahrum olduğum için üzülüyorsam, biri saz çalıp türkü söyleyememektir. Bunu yapabilen ne çok şeye sahiptir?

Selda Bağcan'ı dinliyor ve kendi müzikli tarihimde geziniyorum. Güzel günler, düş kırıklıkları, hayal meyal aşklar ve arkadaşlar… "Gönlüm hep seni arıyor. Neredesin sen?"

Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları… 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.