Takip Et
  • 8 Ocak 2016, Cuma

Mutsuzluk virüsü bulaştı hepimize...

Artık havalar serinledi üşürsünüz. Gece yatarken kapıları, pencereleri kapatıyorsunuz değil mi? Peki düşünüyor musunuz, siz gece serinliğinden endişe ederken, ülkemizden çıkmak için yollara dökülmüş, meydanlarda, parklarda bekleşen, otogara hapsolmuş binlerce mülteci kadın ve onların kucağında henüz birkaç aylık, taze çocuklar var. O çocuk gece soğuklarında ne yapar? Gecenin bir yarısında ağladığında çocuklar anneleri nasıl susturur onları? Siz, her sabah duş alırken; uzun yollarda bekleşen güneş altında Avrupa kapılarına ulaşabilmek için dağlar, ovalar ve ülkeler geçen, toza toprağa bulanmış insanlar, çocuklar nasıl, nerede ve ne zaman yıkanır?

Düşünüp de insanlığınızdan utandığınız oluyor mu? TV muhabiri kız, mikrofon elinde Suriyeli bir çocuk soruyor. Adı Ali’ymiş sokaklardaki dört kardeşten biri. Su satıyor, kağıt mendil satıyor, dileniyorlar. “Ne kadar kazanıyorsun günde?” diye soruyor muhabir.

 

-Dört, beş!

-Ne yapıyorsun o parayı?

-Ekmek alıyorum.

-Nasıl davranıyorlar sana?

Ağlamakla cevap veriyor Ali:

-Davranmıyorlar, azarlıyorlar…

“Peki hayallerin var mı?” diye soruyor muhabir.

“Yok!” diyor çocuk, “Hayalim yok!”

-Ne olsun istiyorsun?

- Bir şey istemiyorum.

 

Kimler o hayal hırsızları? Daha 10 yaşında çocuğun, Ali’nin hayallerini çalanlar kim?

Sokaklarına misafir gelmiş çocuklara “davranmayı” bile bilmeyen, onları küstahça azarlayan kim? Göçmen çocukların karınlarını kuru ekmekle doyurmalarına bile izin vermeyen, buna tahammül edemeyen zavallılar kim? Tanıyor musunuz?

Ülkesine misafir gelmiş kadınları, genç kızları istismar edecek kadar alçalmış, daha merhametlisi! Onları ikinci-üçüncü eş edinmeyi düşünecek kadar çürümüş zavallı erkeklerin yaşadığı ülke değil mi burası?

Ekmek parası için, çocuklarını donmamak için iş yerinin kapısını çalmış göçmenleri çalıştırıp hak ettiğinin yarısını bile vermeyen insanların yaşadığı ülke değil mi burası?

Daha korkuncu var… Onları aylarca çalıştırdıktan sonra hakkını gasp eden, bir kuruş maaş ödemeden kapı önüne bırakan zalim patronların yaşadığı ülke değil mi burası? Alın teri ve gözyaşıyla hak edilmiş o paranın üstüne yatan, gidip o haram lokmayı kendi çocuklarına yedirebilen sonra haktan, hukuktan, medeniyetten, İslamiyet'ten söz eden zavallıların yaşadığı ülke değil mi burası?

 

İşte gidiyorlar şimdi. Ülkemizden kaçıp gitmek istiyorlar. Aramızda insanca yaşamanın mümkün olmadığı gördüler de gidiyorlar. “Burada kalacağımıza, yollarda ölürüz daha iyi” diyorlar. Denizlerde boğuluyor, yollarda telef oluyorlar, her gün. Ege denizinde kıyılara balıklar vururken, şimdilerde çocuk cesetleri vuruyor. Avrupa kapılarına varıp, oralarda insanca yaşamanın mümkün olup olmadığını denemek istiyorlar. Hayatta kalabilmeyi başarmaya çalışıyorlar. Başardık bunu, hep beraber başardık. Yakılıp yıkılan ülkelerinden can havliyle kaçıp gelmiş Suriyeli göçmenleri, tanrı misafirleri, çoğu aç ve yoksul insanları şehirlerimizden sürmeyi, kaçırmayı başardık… Şimdi mutlu musunuz? Başardık!.. Alayı vala ile karşıladığımız “kardeşlerimiz” diye yeri göğü inlettiğiniz; zalim rejiminiz yıkılacak, ülkenize döneceksiniz” diye umut verdiğimiz insanları ortalıkta aç ve sefil bırakıverdik. Sokakları dar ettik onlara, kadınlarına kötü gözle baktık, çocuklarına insan gibi davranmadık. Azarladık onları, erkeklerin maaşlarını vermedik. Öyle zengin, öyle yüce değil, daracık bir gönlümüz varmış meğer! “İçimiz kokuşmuş da haberimiz yokmuş. Evsiz ve yurtsuz, aç ve sefil” Allah’ın emaneti insanları istismar edecek kadar alçalmış insanlarımız varmış. Biliyorum, herkes, hepimiz böyle değil. Ekmeğini paylaşan, onlar acı çekiyor diye gözüne uyku girmeyen insanlarda yaşıyor aramızda. Gönlünü ve evini göçmenlere açan; çocuklarını çocuğu, kadınlarını kardeşi bilen insanlarda var. Fakat o kadar azlar ki, sesleri çıkmıyor, güçleri yetmiyor, tersine çeviremiyorlar gidişatı…

Artık böyle geçeceğiz tarihe. Göçmenlere sahip çıkmayan, çocukların hayallerini, erkeklerin emeğini çalan, kadınlarını istismar eden ülke mültecilerin yaşamak istemedikleri, kaçtığı, salkım salkım yollara döküldüğü ülke… Mutsuzluk veren ülke.!

Yalnız kendi halkını değil, konup göçenler bile mutsuz etmeyi başaran Türkiye!

Mutsuzluk saçıyoruz etrafımıza.

Mutsuzluk virüsü bulaştırıyoruz herkese… Mülteciler buradan, bu mutsuz insanların ülkesinden, ölüme bile göze alarak kaçmak istiyor ve kaçıyorlar.

Şimdi mutlu musunuz? İçiniz rahat mı? Hepinize iyi hafta sonları sevgili Denge okurları.

Yazarın Notu:

Onunla Gazeteciler Cemiyeti'nde yıllarca birlikte çalıştık. O cemiyet başkanı ben denetleme kurulu başkanı olarak… İflah olmaz bir Ecevit hayranıydı. Tıpkı benim gibi. Esprili bir şekil dokundurdu. Tıpkı benim gibi. Sevgili dostum Mustafa Çezik, mekanın cennet olsun. Seni çok arayacağım. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.