Takip Et
  • 15 Ocak 2021, Cuma

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VE…

Geçtiğimiz pazar günü “10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü” idi. Çeşitli kutlama mesajlarının arasında en çok dikkati çeken Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın yayınladığı bildiriydi.

Sayın Erdoğan: “Yeni medya mecralarının gazetecilik adına sunduğu olanakların, meslek ilkeleri ve basın ahlakından taviz vermeden kullanılması hayati önemdedir. Türkiye olarak basın özgürlüğünden hiçbir zaman vazgeçmeyeceğimiz gibi, bu kavramın istismar edilmesine de asla müsaade etmeyeceğiz.”

Güzel söylemler… Okunduğu vakit alkışlamak istiyor insan… Ancak gerçek acaba nasıl? Türkiye’nin Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında 154’üncü sırada oluşu da acı bir gerçek ne yazık ki… 2002 yılında 99’uncu sıradaydık 19 yıllık AKP iktidarında 55 basamak geriye düşmüşüz.

Türkiye’de gazetecilerin sendikası yok, yüzde 30’u işsiz. 70 gazeteci cezaevinde. Yalnızca biat eden gazetecilere olanak sağlanıyor. Gazetecilerin yıpranma hakkı basın kartı şartına bağlandı. Binlerce gazetecinin basın kartı “incelemede” denilerek verilmiyor!

2020’de gazeteciler 479 kez hakim karşısına çıktı, toplam 140 yıl hapis cezası verildi. 78 gazeteci gözaltına alındı, 25’i tutuklandı. Yerel basın güçlüklerle boğuşuyor, hal böyleyken eskiden yerel basında yayımlanan bazı devlet ilanları kaldırıldı. Bu koşullarda çalışan arkadaşlarımız bu yılda çalışan gazeteciler bayramını buruk bir şekilde kutladı.

Duayen gazetecilerimizden aynı zamanda eski cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın basın danışmanı Can Pulak çalışan gazeteciler bayramı için bakın neler yazmış; “Şu gazeteciler bayramına, çalışan gazeteciler gününe, hele yapılan kutlamalara ve çekilen mesajlara çok gülüyorum. Sonra kızıyorum, öfkeleniyorum, söyleniyorum ama ne çare?

60 yıllık bir gazeteci olarak, mesleğin her dalında çalışmış, mesleki kuruluşlarında başkanlık dahil her kademesinde görev yapmış, hala ısrarla mesleğini sürdürmeye gayret eden, yaşı 80’e merdiven dayamış biri olarak şunu söylemeliyim. Yarım asrı geçen gazetecilik hayatımda harpler, ihtilaller, darbe teşebbüsleri ve çok sıkı yönetimler görmüş ve yaşamış biri olarak, basına böylesine baskı, markaj ve ekonomik ablukaya pek rastlamadım. Bu derecesini hiç görmedim.

Elbette zor dönemlerden geçtik, sıkı yönetimlerde hırpalandık, demokrasiyi işine geldiği gibi uygulayan iktidarlarla tanıştık ve çatıştık ama böylesine acımasızına, tuttuğunu cezaevine atanına pek şahit olmadık. Allah rahmet eylesin en korkulan sıkıyönetim Komutanı Cemal Tural’dı, o bile çok kızdığı gazetecileri iki gün merkez komutanlığında tuttuktan sonra salıverirdi.

Demokrat Parti döneminde gazeteciler hapse girmedi mi? İhtilaller ve darbeler döneminde gazeteciler tevkif edilmedi mi? Terör döneminde dağlarda teröristlerle röportaj yapan gazetecilerin başı belaya girmedi mi? Tabii ki girdi ama meslek dayanışması o dönemlerde inanılmaz derece güçlüydü. Bir gazeteci yalan mı, yazdı, yanlış mı yazdı, olayları çarpıttı ve gerekçeleri gizledi mi, genelde mahkeme kanalıyla tekzip gönderilirdi. Öyle günümüzde olduğu gibi, vatan haini-terörist gibi damgalarla suçlanmaz, yaka paça yakalanıp içeri tıkılmazdı. Ben kasıtlı haberlere, önüne gelene yargısız infaz yapanlara, hakaret edenlere hep karşı oldum.

Halen de karşı çıkmaya devam etmekteyim. Gazetecinin eleştirmek hakkıdır ama, belden aşağı vurmak, hakaret ve küfretmek işi değildir ve olamaz da…

Hele Türkiye’mizin genel menfaatlerine zarar vermek, gerçek ve meslek kurallarına sadakatle bağlı bir gazetecinin asla hakkı ve ödevi olamaz. Ama her eleştiriyi hakaret kabul etmek, kişisel hakların çiğnenmesi gibi görmek ve her vesileye yargıya başvurmak da doğru değildir.

İktidarlarla basın arasındaki öteden beri gelen sürekli kavgada, iki tarafında kusurlarını kabul etmeliyiz. İktidarlar kendilerine yönelen her eleştiriyi saldırı olarak görüyor, basın ise ispatlayamayacağı bir sürü asılsız haberi kamuoyuna gerçekmiş gibi sunuyor. Bunun üzerinde devamlı kavga etmek yerine, daha akıllıca önlemler düşünmek gerek.

Örneğin gazeteciler, yazdığını ispat edecek araştırma ve belgelere dayanmalılar ve gazeteci kaynağını açıklamak zorunda değildir, gibi bir savunma kalkanının arkasına sığınmamalılar. Ayrıca her dedikoduyu, araştırıp soruşturmadan haber yapmamalılar. Yaparlarsa, basının başına çorap örmek için uğraşan iktidarların ekmeğine yağ sürmüş olurlar. Çalışan gazeteciler içinde mesleğini hakkıyla yapan, dürüst ve adil meslektaşlarım da vardır, tepeden paraşütle inen sonradan olma gazeteciler de…

İyi siyasetçi yetişmiyor okullarımızdan. Tıpkı iyi gazetecinin de yetişmediği gibi… Her üniversiteye gazetecilik yüksek okulları ve iletişim fakülteleri kurduk ama buralardan mezun olan yüzbinlerce kişinin içinden, 10 yılda 100 kişi bile mesleğe giremedi.

Gazetelerin sorunu sadece personel değil, gazetecilik patronlarından da sorunlu… Müteahhit patron, Tüccar patron, iş insanı patron, ne kadar gazetecilikle ilgisi olmayan varsa, gazete ve televizyon sahibi,

Türkiye ne yapıp edip, tıpkı adalet reformu gibi, tıpkı siyasi reform gibi basın reformu için de kolları sıvamalıdır.

İmkansızlıklar içinde kıvranan taşra basını dediğimiz tüm Anadolu yerel gazete ve gazetecilerine ciddi destekler yapılmalıdır. RTÜK gibi, Basın İlan Kurumu gibi resmi kurumları basını tehdit ve baskı aracı olarak kullanmamalı, aksine bunları medya dünyamızın destekçisi haline getirmeliyiz. Ceza mahkemelerin işidir, RTÜK ve Basın İlan Kurumunun değil…

Hepinize iyi hafta sonları değerli Denge okurları.

Yazarın Notu: Geçtiğimiz Salı günü genç arkadaşlarımız Murat Uçkaç ile Kıymet Sarıyıldız gerek adliye önünde, gerekse yağcılar içinde suçlu yakınları tarafından darp edildiler. Kardeşlerimize geçmiş olsun derken olayı şiddetle kınıyorum. Umarım suçlular salıverilmezler! 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.