“Kafada kurgulanan kişi ile gerçek kişi arasında bu denli uçurum olmasının sebeplerinden en büyüğü, bakılan mesafenin aşırı yüksek olmasıdır. Yukarıdan bakmak insanı aşağıya çeken ciddi bir kalp rahatsızlığıdır.”
İnsan bazen karşısındakini olduğu gibi değil, olmak istediği yere koyarak görür. O noktadan sonra gördüğü şey bir insan değil, kendi zihninin ürettiği bir siluettir. Bu siluetle konuşur, onunla tartışır, ona kızar. Gerçek kişi ise orada, biraz aşağıda, hiç dinlenmeden durur.
Mesafe arttıkça detay kaybolur. Yüz çizgileri silinir, ses tonu duyulmaz, niyet okunmaz. Yukarıdan bakınca her şey basit görünür; karmaşa aşağıda kalır sanılır. Oysa insan, tam da o karmaşanın içinde anlaşılır.
Yukarıdan bakmak çoğu zaman bilinçli bir tercih değildir. Bazen fark etmeden olur. Kimi zaman bilgiyle, kimi zaman makamla, kimi zaman da sadece “ben böyleyim” rahatlığıyla oluşur. Ama sonucu hep aynıdır: Anlamaktan uzaklaşmak.
İnsan aynı hizaya indiğinde öğrenir. Göz göze geldiğinde tereddüt etmeye başlar. Tereddüt ise kötü bir şey değildir; aksine düşünmenin başladığı yerdir. Kendinden emin olmak kolaydır, ama kendini sorgulamak cesaret ister.
Belki de en büyük yanılgımız şudur: Yukarıda olmanın güvenli olduğunu sanmak. Oysa kalbe iyi gelen şey yükseklik değil, yakınlıktır. Yakınlık sorumluluk getirir, empati getirir, bazen de susmayı öğretir.
Kafada kurgulanan kişi ile gerçek kişi arasındaki uçurum, çoğu zaman karşı tarafın değil, bakış açımızın ürünüdür. Mesafeyi ayarladığımızda, uçurumun aslında bir adım olduğunu fark ederiz.
Ve belki de mesele şudur:
Aşağı inmek kaybettirmez.
Aksine, insanı kendine yaklaştırır.


ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.