“Daha önce de günlerin geçmediği zamanlar olmuştu, üzerinden yıllar geçti.”
Bu cümle bir duygu anlatımı değil, bir tespittir. Hayatın bazı dönemlerinde zaman akmaz; çünkü düzen bozulmuştur. Günlerin geçmemesi romantik bir sıkışma değil, yapısal bir problemin sonucudur.
Günler; hedef varken hızlı, belirsizlik varken ağır geçer. İnsan ne yaptığını, nereye gittiğini ve ne beklediğini bildiğinde zaman sorun olmaz. Ancak amaçlar fluysa, beklentiler erteleniyorsa ve kontrol hissi zayıflamışsa takvim işlemeye devam etse bile zihin ilerlemez.
Burada kritik nokta şudur: Zaman yavaşlamaz, biz hareket edemez hale geliriz. Günlerin geçmediğini söylediğimiz her dönem, aslında karar alamadığımız, sorumlulukları ötelediğimiz veya mevcut düzeni kabullenip sorgulamadığımız dönemlerdir.
Yıllar geçer çünkü sistem ilerler. Biz ilerlemesek bile hayat boşluk tanımaz. Ekonomi değişir, insanlar değişir, roller değişir. Yerinde sayan sadece bireyin kendisidir. O yüzden “günler geçmedi” diye hatırlanan dönemler, geriye dönüp bakıldığında en az iz bırakan zamanlardır.
Bu tespitin bir başka yüzü daha var: O günler geçmiştir. Hem de fark edilmeden. Demek ki zamanın durması diye bir şey yok; sadece insanın kendini askıya alması var.
Bugün günler yine geçmiyor gibi hissediliyorsa, çözüm duyguda değil düzendedir. Daha çok hissetmek değil, daha net kararlar almak gerekir. Zamanı hızlandıran şey motivasyon değil; yön, sorumluluk ve harekettir.
Günler geçer. Soru şu: Biz o günlerin içinde gerçekten var mıyız, yoksa sadece takvim yapraklarını mı izliyoruz?


ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.