Geçen hafta ki yazım bir çok arkadaşımı gençlik yıllarına götürmüş.Öyleyse devam edelim. 1968 yılında Arjantini votkayı karıştırma tutkum, bu işi en iyi yapan laboratuvar olan "Çiçek Pasajı"na doğru sürüklerdi beni..
"Çiçek Pasajı" bugünkü gibi değildi o zamanlar..
Ne kapıları restorasyon adına bu kadar geniş karınlı bir kışla nizamiyesine çevrilmiş, ne sonradan ilave edilen ampuller çevreye bu denli çiğ ışıklar düşürmüş, ne de masalar yapım malzemesi ve dizayn bakımından asrileşip bir kebapçı dükkanının taşra parfümlü görüntüsüne bürünmüştü..
Kapıları, estetikleri son derece gelişmiş çiçeklerin el ve göz keyifleri ile örülmüş bir kameriye gibiydi, "Çiçek Pasajı" eski günlerde..
"Çiçek Pasajı"nın içinde şimdilerde olduğu gibi ne çiğ köfte, lahmacun ve içli köfte tepsileri birbirlerini izleyen uygun adım disiplinine girer, ne hırpani kılıklı nara sesli taşra, bir yayılmacı taarruz taktiğini ayağa kaldırabilir, ne de "Çiçek Pasajı"nın Levanten havası, arabesk bir kaset denizinde habbe habbe boğulabilirdi..
"Çiçek Pasajı" bir beyefendilik, bir görgü, İstiklal Caddesi'nde 1874'te açılmış, Giritli meşhur çiçekçi Sabuncakis'in ağabeyi, 40 yıllık rakı alışkanlığının vücuduna iliştirdiği alkol gıdıklanmasını azaltsın diye, iki dublesini öğlen üstü pasajın en tenha saatlerine rastlatırdı..
Sızma zeytinyağlı buzlu cacığını, yanında başka bir meze olmaksızın koca bir üzüm asmasının gölgelik ettiği masaya koyar, Beyoğlu dekoruna koyup indirdiği yığınla seneyi hatırlayıp, önündeki rakı kadehi ile yudum yudum sevişirdi..
Arada sırada Galatasaray Lisesi'nin okul öğlen kaçakları bira içmek için oraya düşünce, "Çiçek Pasajı" bir konuşan vantilatöre döner, yüksek sesli bir kelime tufanı kaplardı ortalığı..
Gün görmüş, feleğin efendilik çemberinden geçmiş babayani Rum, böyle mitralyözlü kelime seansına rastladığı zaman bir süre etrafı uyarılı gözlerle seyreder, karşılıklı yüksek sesle atılan kelime salvoları bitmeyince, başlardı gençlere nasihat etmeye: "Sizin ananız babanız yok mu? Alçak sesle konuşmayı öğretmedi mi size? Üstelik talebesiniz de.. Hocalarınız size bir cemiyete girdiğinizde ortak adabı öğretmedi mi çocuklar?.."
Babacan Barba'nın nezaket diskuru tırnak içinde yazdığım tiradın rayında devam eder, sonra delikanlı grubunun içindeki bir ferdin, eliyle bir tabanca figürü yaptıktan sonra, bunu bir "graw" sesi izler, arkasından gelen bir sesle ayaküstü tiyatro kapanırdı:
"Moruk sen öldün konuşma artık. Rakı bardağının üstüne düş!.." Büyüklerin Galatasaray Lisesi zamanelerine vermek istedikleri adabı muaşeret dersi, bazen böyle haşarı ve sevimli yaramazlık duvarlarına toslar, havada balonlaşırdı Pasaj dükkanlarının isli tavanlarında..
Hepinize iyi hafta sonları sevgili DENGE okurları.


ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.