AyFm 100.5
  • 31 Aralık 2025, Çarşamba

Mutluluk Meselesi – 3

Mutluluk, tek bir tanıma sığabilen, herkes için aynı şekilde yaşanan bir duygu olarak düşünülmemelidir. İçinde yaşadığımız kültürden, toplumsal düzenin bize sunduklarından ve kendi hayat tecrübelerimizden beslenen, çok boyutlu bir olgudur. Bu yüzden mutluluğu yalnızca bireyin iç dünyasıyla açıklamak yetersiz kalır; insan yaşadığı toplumdan ve koşullardan bağımsız değildir. Bu yazıda mutluluğun bu çok katmanlı olguları üzerinde duracağız.

Öncelikle kültürel açıdan bakıldığında, Batı toplumlarında mutluluğun daha coşkulu ve dışavurumcu biçimde yaşandığı görülmektedir. Neşenin, heyecanın ve bireysel tatminin görünür olması, Batı kültürlerinde adeta mutluluğun bir kanıtı olarak algılanmaktadır. Doğu kültürlerinde ise mutluluk daha sakin ve dingin bir zeminde tanımlanmakta; huzur, denge ve içsel uyum ön plana çıkmaktadır. Burada mutluluk, taşan bir sevinçten çok, hayatın gürültüsü içinde sükûneti koruyabilmekle ilişkilendirilmektedir.

Bizim kültürümüzde ise biraz daha farklı bir tablo söz konusudur. Olumsuz duygu ve deneyimler üzerinden kurulan yakınlık ve dayanışma biçimi oldukça yaygındır. Dertleşmek ve sıkıntıları paylaşmak, insanları birbirine yaklaştıran güçlü bir bağ işlevi görmektedir. Ancak bu paylaşım zamanla yapıcı bir dönüşüme evrilmediğinde; yani çözüm, destek ya da umut içeren davranışlarla tamamlanmadığında, psikolojik açıdan aşağı çekici bir etki yaratabilmektedir. Bir noktadan sonra ortak hâle gelen olumsuzluklar, bireyin duygusal yükünü hafifletmek yerine daha da ağırlaştırabilmektedir.

Bu kültürel zemin, mutluluğun kadınlar ve erkekler arasında nasıl farklılaştığı sorusunu da beraberinde getiriyor. Aslında cinsiyet, sanıldığı kadar belirleyici bir faktör değil; ancak kadınlar ve erkeklerde mutluluğun beslendiği kaynaklar açısından bazı farklılıklar göze çarpıyor. Kadınlar için ilişkiler, sosyal bağlar ve bu alanlardan sağlanan duygusal doyum mutluluk açısından oldukça önemliyken; erkeklerde iş ve kariyerle ilişkili doyum daha ön plana çıkıyor. Yani mesele kimin daha mutlu olduğu değil; mutluluğun hangi alanlardan beslendiğidir.

Cinsiyet farklılıklarının ötesine geçtiğimizde, ülkeler arası karşılaştırmalar da mutluluk tartışmalarında yerini alırken; yaşanılan ülkenin sunduğu koşullar mutluluk üzerinde son derece belirleyici olmaktadır. Ancak bu durum, Dünya Mutluluk Raporunda, Tanzanya ya da Zimbabve gib alt sıralarda yer alan ülkelerde yaşayan insanların mutlu olmayı bilmediği ya da hiç mutlu olmadığı anlamına gelmiyor. Araştırmalarda kullanılan ölçütler; yaşam standartları, sağlık, eğitim, güvenlik gibi yapısal değişkenlere dayandığı için, bu alanlarda dezavantajlı ülkelerde puanlar doğal olarak düşük çıkıyor. Yani raporda ölçülen, çoğu zaman mutluluğun kendisinden çok, onu destekleyen koşulların varlığı oluyor.

Bu noktada ekonomi en temel değişkenlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Belli bir gelir düzeyinin üzerinde olmak, temel ihtiyaçların karşılanması ve yaşam kaygısının azalması açısından önemlidir ancak bu durum, ekonominin tek başına açıklayıcı olduğu anlamına gelmiyor. Yönetimde istikrar, demokratik işleyiş, hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı, kişisel özgürlüklerin korunması, yolsuzluğun düşük seviyelerde olması ve toplumsal güven düzeyinin yüksekliği; mutluluğu besleyen en güçlü unsurlar arasında yer alıyor. Tabii ki bunlar bireyin tek başına geliştirebileceği faktörler değil; toplumsal ve yapısal düzeyde inşa edilen değerlerdir. Fakat bireysel tutum ve tercihlerimize yönelik alabileceğimiz önlemler elbette var.

Buradan hareketle, kendimizi iyi hissetmek ve psikolojik sağlığımız için “gündem tüketimi”ni belirli sınırlar içerisinde tutmak yerinde olacaktır; tabi eğer mesleğiniz gazeteci, siyasetçi ya da sosyologluk değilse. Çünkü insan, bugünkü gibi küresel bir bilgi akışına göre değil, en fazla yaşadığı şehir ya da yakın çevresiyle sınırlı bir dünyaya uyumlanarak evrimleşmiştir. Bunun can sıkıcı tarafı, yapabileceğimiz hiçbir şeyin olmaması ve üzerinde kontrolümüzün olmamasıdır. Dolayısıyla bu durum, psikolojik açıdan insanı düşürebilmektedir. Elbette bilinçli insan olmak, gündemin farkında olmak önemlidir ancak hayata başka şekillerde katlıda bulunma imkanımız var ise bunu yapmak çok daha anlamlı bir hareket olacaktır. Hayatta fark yaratabileceğimiz, hem kendimize hem başka insanlara faydalı olabileceğimiz yer; “kendi gündemimiz”e ve işimize odaklanmaktır. Bunu yapabilmek için de, gündem tüketiminden kendimizi biraz korumamız gerekiyor.

Belki de yukarıda bahsettiğim tüm bu sebeplerden ötürü mutluluk, yalnızca “pozitif hissetmek” meselesi olmaktan çıkıyor. Güvende hissetmek, adil bir düzende yaşamak ve yarınla ilgili makul bir umut taşıyabilmek; çoğu zaman bireysel iyimserlikten daha belirleyici olabiliyor. Kültür, cinsiyet, ekonomi ve ülke koşulları birbirine eklenerek mutluluğun çerçevesini çiziyor. Ve bu çerçeve, bize şunu hatırlatıyor: Mutluluğu, yalnızca bireyin kişisel gayretiyle değil, içinde bulunduğu toplumsal bağlamla birlikte değerlendirmek çok daha gerçekçi bir yaklaşım gibi görünüyor. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.