AyFm 100.5
Canlı Dinle
  • 24 Haziran 2025, Salı

DENGE’Lİ GÜNLERE MERHABA

Çok kıymetli Denge Gazetesi okuyucuları, bundan böyle Salı günleri birlikte olacağımız için son derece mutluyum. Başta Söke’nin olmak üzere Aydın’ın ve elbette ki ülkemizin gündeminden paylaşımlar yapacağız. Bana bu fırsatı veren başta Emin Aydın Beyefendi olmak üzere gazete yönetimine teşekkür ederim.

Sevgili okuyucu, Evliya Çelebi’nin veciz bir şekilde ifade ettiği gibi, “dağlarından yağ, ovasından bal akan” bu kentin aslında çok büyük bir refah içinde olması gerekmez miydi? Ben Aydın’ın hak ettiği o refahı yaşadığını düşünmüyorum. Pamuğun Başkenti olarak tanımlanan Söke de ne yazık ki sahip olduğu zenginliklerine uygun bir refahı yaşayamıyor.

Bu köşeden kentlerimizin sıkıntılarını ve de halkımızın beklentilerini paylaşacağız. Bazen zeytin, bazen incir diyeceğiz. Bazen pamuktan söz edip bazen de sürekli şikayet eden ve emeklerinin karşılığını alamadıklarına inanan çiftçilerimizden söz edeceğiz.

Zümrüt gibi dağlarımızın maden diye çıkarılan kaya parçaları nedeniyle çölleştirilmesini tartışacağız. Organize Sanayi Bölgelerinde gerçekleşen üretim süreçlerini mercek altına alırken bazı fabrikaların adeta kendi içlerinde bir hükümdarlık kurup halkın sağlığını tehdit ettiklerinde karşılarında durup memleketin sahipsiz olmadığını göstereceğiz.

Yıllarca bizlere “bacasız sanayi” olarak anlatılıp adeta uyutulduğumuz turizm yatırımlarının çok da masum olmadığını, oralarda gerçekleşen, hemşerilerimizin geleceğini de tehdit eden uygulamalarını anlatacağız

Bazen geçmişe gideceğiz. Yıllar öncesinden verilen sözleri, yapılan ya da yapılmayan işleri hatırlayıp hatırlatacağız. Bazen de bir konuyu alıp adeta pehlivan tefrikası gibi haftalarca huzurlarınıza getireceğiz. Bazı konuları da temcit pilavı misali, tekrar tekrar gündeme taşıyacağız. Yani eleştirilerimiz için “yazar yazar usanır” diye düşünüp sessiz kalanlar görecekler ki sonuç alıncaya kadar, usanmadan yazacağız.

Siyaset insanlarının yaptıkları güzel hizmetleri alkışlarken onların da gördüklerini görmezden ve duyduklarını duymazdan geldiklerini hissedersek karşılarında durup eleştireceğiz.

Yukarıdaki peşrev sabrınızı zorlayacak kadar uzun oldu. Lütfen heyecanıma verin. Bugünkü yazımı bir anekdot ile tamamlamak istiyorum:

Yaklaşık, 30 sene kadar önce Aydın Merkeze bağlı Yukarı Kayacık Köyü’nde öğretmenlik yapmıştım. Yani şimdiki Efeler İlçemizin kırsaldaki bir mahallesi oluyor. Bu büyükşehir uygulaması dağ köylerini bile mahalle yapınca bazı şeyler garibime gidiyor da, bu uygulamanın köylerimize pek de bir fayda sağladığına tanık olamadık. Umarım Kayacık mahalle olunca bazı avantajlar kazanmıştır.

Yukarı Kayacık dağ köyüydü ama dağı taşı bereket fışkırıyordu. Dağlarında ceviz, kestane ve kiraz ağaçları vardı. Öyle ki; kiraz mevsiminde her gün kapalı kasa bir kamyon ile bir kamyonet gelir, köy meydanına park ederdi. Napolyon kirazlar o kamyonete yüklenirken kara kiraz dedikleri sapsız hasat edilen kirazlar da kamyona yüklenirdi. Köylüler her gün topladıkları kirazlarını merkepleriyle getirip cami avlusunda teslim ederlerdi. Herkesin ürünü tartılıp deftere yazılırdı. Sonra da tartılan kirazlar kamyona yerleştirilirdi. Tartı ve yükleme işi bitince defter açılır, herkesin teslim ettiği kirazın ücreti peşin olarak ödenir ve kamyon hareket ederdi. Paralar ceplere girince meydandaki koca ağacın altında çaylar içilir sohbetler yapılırdı.

*

Sevgili okuyucu, başta da ifade ettiğim gibi; Yukarı Kayacık bir bereket yuvasıydı. Dağlarında erikten kayısıya türlü çeşit meyve yetişir, bunların hepsi de satılıp paraya çevrilirdi. Bunun yanında sebze üretimi de yapılırdı. Hatta şimdiki durumları bilmem de, o zamanlar Aydın’da “Kayacık fasulyesi” ünlüydü. Sonbahara doğru pazara çıkardı.

Köylülerimizin pazara kasalarla domatesler götürdüklerini görürdüm. İhtiyaç halinde bize de verirlerdi. Görünüşleri güzel ve son derece lezzetli domateslerdi. Bir sohbet sırasında bu domateslerin tohumlarını sordum. Bizim bildiğimiz, bu türlü sebzelerin bazıları hasat sonrası tohumluk olarak bırakılır ve alınan çekirdekleri bir sonraki yıl kullanılırdı. Öyle olmadığını şaşkınlıkla öğrendim. Bu domateslerin tohumları İsrail’den ithal edilirmiş. Üstelik kısır tohumlar olduğu için her sene yeniden tohum satın almak gerekirmiş.

Ben Nazilli Öğretmen Okulunda okudum. Okul yönetimi bir gün bizi oradaki üretme çiftliğine götürmüştü. Domates seralarını da gezmiştik. Orada ağaç haline gelmiş iki yıllık pamuk bitkileri ve domatesler görmüştüm. Kendi milli tohumlarımızı üretiyorduk. Oraların kapatılıp tohumun bile İsrail’den alınmasına çok üzülmüştüm. Hem de kısır tohumların…

Sonra çok düşündüm. Topraklarının büyük bölümü çöl olan İsrail bu tohumu yetiştirip bize satıyor da, biz bu her karışı hazine değerinde olan bereketli topraklarımız için kendi tohumumuzu yetiştirmekten neden ve ne zaman vazgeçmiştik?

Şimdi de zaman zaman “ata tohumları” lafını duyup heyecanlanıyorum ama, sanırım bu gidişle bunları yetiştirecek köylü de bulamayacağız.

İnsanlar üretimden öyle soğudular ki…

Haftaya görüşmek dileğiyle “Denge’li günlere merhaba” diyorum. Sevgiyle kalın. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.