Mesleğimiz gereği sosyal medyayla da ilgilenmek, sürekli değişen genini, genetiğini, algoritmalarını çözmek zorunda kalıyoruz.
Deneyimlerim, tecrübelerim ve tespitlerime göre, ben sosyal medyayı karpuza benzetiyorum.
Har yaştan, her cinsten, her meslekten, her sosyal statüden, herkesin severek tükettiği karpuz…
Hele köyde tüketilen bir karpuzsa, faydalanan kitle çok daha fazla olur.
Dünyanın en kıymetli, en lezzetli karpuzu da olsa, bütün halinde duran karpuzun kimseye faydası yoktur.
Karpuzu kesip kendi tabağında baklava dilimi yapıp, kalan kısmını kaşıkla yontup yersen, kabuğunu kafana dikip suyunu da içersin.
Çekirdeğini tavuk, kuş yer; kabuğunu koyun, inek, eşek…
Sinekler üşüşür, sinekleri gören arılar, karıncalar da gelir.
Kuş gagasıyla, inek dışkısıyla karpuz çekirdeğini başka yere taşır.
Yeniden yeşerir, meyve verir…
Şehirdeki gibi karpuzu kendi başına yeyip çekirdeğini, kabuğunu sıkıca poşetlere sarıp çöpe atarsan, o karpuzun senden başka kimseye faydası olmaz.
Beğendiğini söylediğinde, komşunu da aynı karpuzcudan karpuz almaya teşvik edersin.
Artıklarını paylaşarak, karpuzdan daha fazla mahlukatın faydalanmasını sağlarsın.
Bu ironiyi daha da uzatmak, genişletmek mümkün…
Sosyal medyaya gazetecilik açısından bakacak olursak, bizim her haber kategorimiz de karpuzun ayrı dilimleri gibidir.
Siyaset, asayiş, spor, magazin…
Biz sunarız, dileyen dilediği dilimi alır, tüketir, paylaşır.
Benim gibi geleneksel gazetecilikten gelen ve “en iyi karpuzu ben üretiyorum” diye ahkam kesen meslektaşlarıma diyeceğim o ki,
En iyi karpuzu da üretseniz, satamadıktan ve başkalarına ikram edemedikten sonra, o karpuzun ne sana, ne de topluma bir faydası yok…


ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.