Takip Et
  • 10 Mart 2025, Pazartesi

Çorbacıdan gazeteci olmaz

Geçtiğimiz aylarda, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde, eşim bir operasyon geçirdi. Ameliyat, yaklaşık 7 saat sürdü.

Onun ameliyat safahatını, bekleme salonundaki bilgilendirme ekranından takip ettim. Bu süreçte, aynı salonda benim gibi hastalarının durumunu merak eden kişilerle, deyim yerindeyse akraba olduk.

Koçarlı’nın bir köyünden olan ve eşinin doğumdan çıkmasını bekleyen, yöresel şivemizin en yalın ve su katılmamış halini kullanan bir genç, gazeteci olduğumu öğrenince, “Abi filancayı tanıyor musun? O da gazeteci” dedi.

Sorduğu kişi, aslında gazetecilikle alakası olmayan, sosyal medyada soytarılık ve şarlatanlık yapan, kendince ahkam kesen biri. Bu yaptıklarıyla şehirde itibar gören, adam yerine konan da biri. Ama gazeteci değil…

O gence, sorduğu o kişinin gazeteci olmadığını söyleyemedim. Bir dağ köyünde yaşayan o gence de, o gence kendisinin gazeteci olduğunu inandıran kişiye de kızamadım. Doğa boşluk kabul etmiyor. Bir kez daha anladım ki, “Gidemediğin köy senin değildir.”

Hafta sonu Ankara’daydım. Afyon’dan çok değerli bir gazeteci abim, sosyal medyada yayınlanan bir videonun linkini gönderdi. “Bak adam neler anlatıyor” dedi. Linki tıklamadan, videoyu açıp izlemeden, sadece ön izlemesinden Aydın’da kendisine gazeteci süsü veren bir başka kişiyi gördüğüm için, Afyonlu meslektaşıma “Bu lüzumsuz biri abi, dikkate almaya değmez” yazdım, o da okey işareti gönderdi.

Kim gazetecidir, kim değildir bunun edebiyatını yapacak değilim. “Bilen bilir, bilmeyen kendi bilir” deyip geçmek de, yukarıdaki örneklerde anlattıklarımın çoğalmasına neden olur. “Konuşsam faydası yok, sussam gönül razı değil” durumu yani.

Sevindirici olan şu ki, son dönemde medya okuryazarlığı bilinci bir hayli arttı. İnşallah daha da artacak. Toplumumuz artık sorgulamayı öğrendi, öyle her gördüğüne inanmıyor. Sosyal medyanın da etkisiyle, bir hayli kirletilen mesleğimiz yeniden itibar kazanmaya başladı.

Fakat koskoca bir nesil, gazeteciliği yanlış öğrendi ve yanlış algıladı. Sadece Aydın’da değil, Türkiye’nin her yerinde ve dünyada da maalesef manzara aynı.

Ben Recep Başkar’dan, Yalçın Ata’dan, Tuncer Altıntaş'tan, Atila Karpınar’dan, kahvaltılı ve yemekli basın toplantılarına tok gitmeyi öğrendim. Aç gitsem de, tok gibi davranmayı…

Bana ikram edilen bir hurmanın, o haberi yazarken objektifliğime helal getirmesinden endişe duydum.

Bize bildirilen makul saatte başlamayan basın toplantılarını, mesleğe bakış açısı aynı olan meslektaşlarımla birlikte terk ettim.

Bu dün de öyleydi, bugün de öyle;

Basın toplantısı düzenlerseniz, 10 kişi gelir.

Kahvaltılı basın toplantısı düzenlerseniz, 40 kişi gelir.

Yemekli basın toplantısı düzenlerseniz, 100 kişi gelir.

Hele yemek içkiliyse, bu sayı daha da artar.

Ama hangi şartta olursa olsun, haberleri sadece ilk sırada belirttiğim o 10 gazeteci yazar.

Basın toplantısı demişken, eskiden bu şehirde bir “basın toplantısı” kültürü vardı. Şehre gelen bakanlar, şehrin valisi, milletvekilleri, belediye başkanları hatta Umurlu Belediye Başkanı, parti, oda, sendika ve dernek başkanları, muhtarlar bile ihtiyaç hasıl olduğunda basın toplantıları düzenlerdi. Bu kültür, son 15 yılda katledildi.

Eski Aydın Belediye Başkanı Hüseyin Aksu’nun bir günde 3 ayrı basın toplantısı yaptığını bilirim. Halen Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı olan Özlem Çerçioğlu’nun, 2009’da Aydın Belediye Başkanı seçildiğinde her 100 günde bir basın toplantısı düzenleyeceğini ve halka hesap vereceğini söylediğini ve 300 gününcü toplantıdan sonra bir daha böyle toplantı yapmadığını da hatırlarım. Bugün bırakın 100 günü, basının karşısına çıkıp 1 günün dahi hesabını vermek istemez.

İşte o günlerden sonra bizim meslekte “tetikçi” denen tipler türemeye başladı. Yukarıda da anlattığım gibi, gazeteciliğin g’sinden anlamayan, bırakın mesleki ahlak ve donanıma sahip olmayı, bir cümle kuracak kabiliyeti olmayan saray soytarıları, bu topluma “gazeteci” diye kakalanmaya çalışıldı. Halkın büyük kısmı da bu numarayı yedi. Sonra da şehir ayvayı…

Çorbacıdan gazeteci olur mu?

Olmaz.

Cukkacıdan gazeteci olur mu?

Olmaz.

“Bana bir tas çorba vermediler” diye ağlayan gazeteci olur mu?

Olmaz.

Olmamalı…

Gazeteci, birilerinin sırtına giydirdiği polar ceketle sokakta gezinir mi?

Gezinmez…

Gazeteci kuryelik, çantacılık, ispiyonculuk da yapmaz.

Ama bu şehirde bunların hepsi ve daha fazlası oldu ve olmaya da devam ediyor.

Gazeteci de insandır, su içer, yemek yer, fotosentezle beslenmez.

Fakat birilerinin dün beslediği sözde gazeteciler, bugün tüm ahalinin gözü önünde, yine onların yöntemleriyle, onların gözünü oyuyor.

“Oh! İyi” mi oluyor? Olmuyor…

Bugün beslemeye devam ettikleri de, yarın aynısını yapacak.

Olan, yine bizim mesleğe olacak.

Tüm bunlar daha fazla ve daha da olmasın diye, kurucuları arasında olmaktan büyük onur duyduğum ve 7 Mart Cuma günü kuruluşunun 2. yılını kutladığımız Türk İnternet Medya Birliği (TİMBİR) bünyesinde TOBB ile ortak kurduğumuz Güvenli İnternet Medya Merkezi (GİMER) önümüzdeki aylarda faaliyete başlayacak. Çalışmalarımız sadece medya alanını değil, sosyal medyayı da kapsayacak.

Doğru söyleyeni dokuz köyden değil, yalan söyleyeni medya ve sosyal medya alanından 9 saniyede kovacak ve Eski MGK Genel Sekreterimiz Seyfullah Hacımüftüoğlu’nun, TBMM Dijital Mecralar Komisyonu Başkanımız Hüseyin Yayman hocamızın ifadeleriyle, tüm dünyaya rol model olacak bir yöntem.

Aydın’da çocukça işlerle uğraşmak yerine, biz bunlara kafa yoruyoruz.

Bir tas çorba veren olmasa da… 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.