Lakabı “Yalanların Babası” olan Herodot, milattan 450 yıl
önce gözlemini dile getirmiş ve “Gökyüzünün altındaki en güzel yeryüzü” demiş
Aydın için.
Birkaç gün önce, gazetemizde haberine de yer verdik.
Herodot’un Aydın için bu övgü dolu sözünden esinlenerek hazırlanan ilimizin
yeni logosu tanıtılmıştı.
Herodot’tan 2 bin 500 yıl sonra baktığımızda da, coğrafi özellikleri ve Mevla’nın bahşettiği imkanlar bakımından Aydın, yine gökyüzünün altındaki en güzel yeryüzü. Her ne kadar kıymetini tam olarak bilmesek de, Aydınlılar ve Aydın’da yaşayanlar olarak bununla ne kadar övünsek azdır.
Herodot’un sözüne de, bu sözden esinlenerek hazırlanan Aydın logosuna da bir itirazımız yok.
Peki, bunca doğal güzelliklere ve imkanlara sahip Aydın, yönetimsel anlamda ne durumda?
Gökyüzünün altındaki, her anlamda “en güçlü yeryüzü” olarak
görmeyi çok isterdik. Ama maalesef öyle değil...
AYDIN:
Her ne kadar “Büyükşehir” vasfı kazanmış olsa da;
Ne tarımsal, ne de endüstriyel sanayisi tam olarak
gelişmemiş bir kent.
Elin oğlunun gelip yıllardır jeotermalden elektrik üretip
bize sattığı, bu enerjiyle ısıttığı seralarda topraksız tarım yöntemiyle
ürettiği sebzeleri yurtdışına pazarladığı bir kent.
Buna rağmen bizim gızın çıkıp “kendi sahamız varken,
enerjiyi gidip elin adamından mı alalım?” dediği bir kent.
Yumurta ağzına gelince ciyaklayanların, aheste ya da hızlı
geçen trenlerin arkasından bakakalanların bol olduğu bir kent.
Öğrencileri her yıl sınavlarda derece elde etse de, beyin
göçünü önleyemediği için beyin gücünü yitirmiş bir kent.
Akıllı ile deliyi ayırt edemeyecek zavallılıkta ve aynadaki
siluetini bakmaktan acizken, “akil adam” eleştirisi yapanların bol olduğu bir
kent.
Toplantılarına davet ettikleri gazetecileri tepikleyen ve
sonra hem özür dileyip hem de “insan bazen katil olmaz, katil edilir”
diyenlerin “siyaset duayeni” kabul edildiği bir kent.
Meslektaşlarına yapılan saldırıyı iç sayfalarında kıytırık
bir haber şeklinde geçiştirip, iki gün sonra da topluca “ohhh bizi ne güzel de
dövdüler” dercesine objektiflere sırıtan ödleklerin bol olduğu bir kent.
Hiçbir ruhsat ve izinleri olmadığı halde köylere, dağlara
çöp dökmekten vazgeçmeyen, kendi eşlerinin muayyen günlerinde kullandığı sıhhi
atıkların dağlarda köpeklerin ağzında gezdiğini kendilerine hatırlatanlara da,
aklı sıra “özel hayatları” ile tehdit eden uzaktan kumandalı zavallıların bol
olduğu bir kent.
Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde de, Dünya Romanlar Günü’nde
de, 10 Nisan Polis Bayramı’nda da, fahişelerinin yol kenarlarında bayram ettiği
ve hiçbir yetkilinin de bunlar için kılını dahi kıpırdatmadığı, adeta
gökyüzünün altındaki en açık kerhaneye döndürülmüş bir kent.
Birileri birilerine ziyaret etti diye adliyelere çağrılıp
ifadelerinin alındığı, neredeyse bireylerin akşam oturmasına kime gideceğine
dahi karışıldığı, demokrasi şehidi merhum Başvekilimiz Adnan Menderes’in
memleketi “demokrat” bir kent.
Esnaf ve sanatkarlarının yaşadığı sıkıntıların çözümü için
daha etkili isimlere bunun duyurulmasına katkı sunmak yerine, sorunların üstüne
toprak serpen ve gazetecilere “rakam oyunu” yapmakla suçlayan yakışıklı
siyasetçilerin boy gösterdiği bir kent.
İpliklerin hemen Salı’ya çıkarıldığı, torpil mektuplarının
halıya yazıldığı, umutların çalıya dolandığı bir kent.
Velhasıl kelam; Herodot’dan 2 bin 500 yıl sonra Aydın,
gökyüzünün altındaki en sahipsiz yeryüzü.
Tüm bunlara rağmen Aydın’ı herkesten çok seviyoruz ve sahipsiz bırakmayacağız, bırakmamalıyız…
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.